Bizans’ın Düşüşü (Stefan Zweig)

Hayallerini gerçeklestir

Bizans’ın Düşüşü (Stefan Zweig)

Bir ulak, Sultan Murat’ın en büyük şehzadesi olan 21 yaşındaki Mehmet’e babasının ölüm haberini ilettiğinde tarih 5 Şubat 1451’dir. Mehmet bu haberi aldıktan sonra iki yüz kilometre uzaklıktaki Çanakkale Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya gelir. Babasının vefatını yalnızca en yakın arkadaşlarına o zaman bildirir. Kendisinden başka birinin tahta geçmesine engel olabilmek için son derece seçme bir grup askerle Edirne’ye yürür. Edirne’de herhangi bir dirençle karşılaşmadan Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni padişahı olarak kabul edilir. Genç Mehmet, yönetimi devralınca ne kadar acımasız ve kararlı olduğunu ispatlamak için reşit olmayan şehzade kardeşini hamamda boğdurarak öldürür.

Mehmet’in tahta geçmesi Bizans’a korku salar. Bir zamanlar dünyanın başkenti sayılan Konstantinopolis’i ele geçirmeye ant içtiği bilinmektedir. Osmanlı içerisindeki casuslar yeni padişahın askeri ve diplomatik yeteneklerinin yanında iyi eğitimli ve sanata düşkün olduğunu Bizans’a bildirmektedirler. Kendisinin bu yeteneklerinin gelişmesinde Avrupa’ya Türklerin askeri üstünlüğünü kabul ettirmiş olan büyükbabası Bayezid ve babası Murat’tan daha başarılı olma isteğiydi.

Bu hırsın ilk tezahürü olarak ilk darbenin Konstantin ve Justiniaus’un tacındaki son mücevher olan Bizans’a vurulacağı herkesin malumudur. Bir zamanlar Acem diyarından Alp Dağlarına kadar uzanan sınırlarıyla Doğu Roma İmparatorluğu giderek küçülmüş bir sur içine sığacak kadar Bizans İmparatorluğu haline gelmişti. Bu topraklarında yalnızca İstanbul yakası -tarihi yarımada- imparatorun yönetimindedir. Galata tarafında Cenevizliler sur dışında kalan topraklarda ise Türkler hüküm sürmektedir. Bizans; kilise, saray ve yapılar karmaşasıyla küçücük toprak parçasını çevreleyen kalın surlardan ibarettir. Son Bizans İmparatoru olan Dragas’ın giydiği taç ve kaftan, içi boş, gösterişten başka bir anlamı olmayan simgelere dönüşmüştür. Yine de binlerce yıllık Avrupa kültürünün onur sembolü haline gelmiş Bizans, artık tamamıyla Türklerin kuşatması altındadır.

Doğu Roma Hristiyanlarının en son ve en güzel katedrali olan Ayasofya’nın, inançlarına sembollük eden bu büyük bazilikanın ayakta kalabilmesi ise ancak Avrupalı Hristiyan dünyası birleşip de Doğu’daki bu yıkılmak üzere olan kaleyi korursa mümkün olabilecektir. Bu ortamda Konstantin korku içinde İtalya’ya, Papa’ya, Venedik ve Cenova’ya elçiler göndererek asker ve donanma talebinde bulur. Roma ve Venedik son derece kararsızdır. Çünkü Doğu ve Batı Roma kiliseleri arasındaki inanç farklılıkları halen etkisini korumaktadır. Rum Ortodoks Kilisesi Papa’yı ruhsal liderlerin en büyüğü olarak bile tanımamaktadır. Mehmet’in tahta geçişinden sonra Ortodokslar bu inatlarından vazgeçmek zorunda kalırlar. Papa’nın özel temsilcisi, bu iki kadim kilisenin barışmasını kutlamak ve Bizans’a saldırmak niyetinde olanların karşılarında birleşmiş bir Avrupa gücünü bulacaklarını ilan etmek için özel görevle denize açılır. Ezelden beri ayrı olan bu iki inanç, sonunda ebediyen uzlaşmış ve barışmış gibi görünmektedirler. Ne yazık ki, bu tarz uzlaşma ve barışmalar, tarih boyunca hep kısa süreli olmuştur. Bizans’ın çağrısına birkaç kadırga ve birkaç yüz asker yollayarak yardım etmiş gibi görünürler ve aslında kenti kendi kaderine teslim ederler.

Sahip olduğu güce güvenerek savaş hazırlığı yapanlar, silah kuşandıkları güne kadar daima barıştan söz ederler. Mehmet de, Konstantin’in elçisini dostluk içerisinde huzuruna kabul eder ve ona teskin edici ifadelerde bulunur. Buna rağmen Macar ve Sırplarla üç yıl geçerli olacak tarafsızlık anlaşması imzalar. Anlaşmanın süresi üç yılla sınırlıdır. Çünkü bu anlaşmayla amacı kenti ele geçireceği süreçte diğer devletlerin onun kuşatmasına zarar verecek hareketler içerisine girmesini engellemektir.

Türkler, o zamana kadar İstanbul Boğazının yalnızca Asya tarafını kontrol etmekteydiler. Bu sayede Bizans’a ait gemiler boğazdan güvenle geçip Karadeniz kıyılarındaki hububat ambarlarına gidebiliyorlardı. Fakat Mehmet, Acem seferi sırasında Kserkses’in den karşı kıyıya geçmiş olduğu bir yerinde hiçbir dayanak beyan etmeden Rumeli Hisarını inşa eder ve Bizans gemilerinin bu geçidini kapatır. Bizanslılar yapılan anlaşmalara ve aralarındaki hukuka aykırı olarak nasıl gasp edildiğini izlemek zorunda kalır. O zamana kadar Karadeniz’e serbest şekilde geçen Bizans gemileri henüz savaş bile ilan edilmeden topa tutulur. Bu güç gösterisinin ardından Mehmet, artık gerçek maksadını saklamak için bir neden görmez. 1452 yılının Ağustos ayında paşalarını ve ağalarını yanına çağırarak amacının Konstantinopolis’i kuşatıp almak olduğunu beyan eder. 5 Nisan 1453’de Osmanlı’nın dev ordusu Bizans’ın kale duvarlarına dayanır. Bizans’ın elindeki yegâne güç surlarıdır ve bir zamanlar uçsuz bucaksız topraklara hükmetmiş bu imparatorluğun şaşaalı geçmişinden geriye de yalnızca bu surlar kalmıştır.

Mehmet, bu surların özelliklerini ve ne denli mukavim olduklarını çevresindeki herkesten daha iyi bilmekteydi.  Masanın üzerinde, tahkimatlarının sayısız krokisi bulunmakta, surların hangi bölgesinde bir çatlak ya da gedik, çukur hatta derecik olduğunu dahi bilmektedir. Bu durum, savaş teknolojisinde o zamana kadar erişilememiş güçte ve büyüklükte toplara gereksinim duydukları gerçeğini ortaya çıkartır. Savaşa kararlılıkla hazırlanan Sultanın huzuruna en deneyimli top dökümcüsü Macar asıllı Orbs’tur. Bu kişi daha önce Konstantin’le bazı görüşmelerde bulunmuşsa da daha yüksek ücret karşılığı Mehmet ile çalışmaya hazırdır. Orbs’un isteği para ve emrine uygun sayıda asker, malzeme verilir. Dökümcü Orbs, üç ay boyunca büyük bir gizlilik içerisinde durmadan çalışarak toplar için uygun olduğunu düşündüğü kalıplar hazırlar. Kalıplara cevher dökülür ve döküm işlemi başarıyla sonuçlanır. Topun ağzından dev bir alev topuyla fırlayan gülle, karşısına konmuş duvarı yerle bir edince, bu toplardan daha fazla yapılması emredilir. İnsan iradesi bir kez daha yapılamaz deneni başarmaya muktedir olmuştur.  Otuz karanlık ağızlı dev canavar Bizans surlarının önünde yerlerini almıştır. Namlularından alev kusan bu dev toplar, Bizans’ın kadim surlarını yavaşça ama inatla öğütürler. Surların arkasında bekleyen halk dua etmekte, burçlardaki askerler ise denize bakarak Papa’nın göndereceği gemilerin, Türk gemilerinin gezinip durduğu Marmara Denizine girmesini beklemektedirler.

 Bu uzun bekleyişin ardından 20 Nisan sabahı dört büyük Ceneviz gemisi kıyıya yaklaşır. Bizans halkı, kendilerine yardıma gelen bu kafileyi karşılamak için deniz tarafına bakan surlara çıkar. Mehmet, Türk donanmasının demirli olduğu limana iner ve bu gemilerin ne pahasına olursa olsun Haliç’e girmesinin engellenmesi emrini verir. Sert esen rüzgârdan faydalanan Ceneviz kalyonları, Türklerin küçük gemilerini geride bırakarak Galata ile Konstantiniye arasına gerilmiş zincirle korunan güvenli sığınağa girerler. Türk gemileri Ceneviz kalyonlarına yetişir ve askerler ellerindeki meşalelerle koca gemilere saldırır. Pençe pençeye süren mücadele anında kaderine boyun eğmemeye diren dört yelkenlinin imdadına rüzgâr yetişir ve yelkenleri rüzgârla dolan gemiler limana giriş yapar ve kalın zincirlerin korumasına sığınırlar.

Sultan yanına paşalarını da alarak atına atlar ve deniz kıyısına gelir. Hristiyan gemilerini ne pahasına olursa olsun ele geçirmelerini söyler askerlerine. Kadırgalardan biri biraz geri çekilecek gibi olsa geminin kaptanına “Zafer kazanamazsan sakın ola yanıma sağ gelmeyesin!” der.

Kalyonların limana yanaşması ile Bizanslılar yardıma gelen bu dört kalyon dolusu erzakın ardından, gelecek haftalarda da yardımın devam edeceğini umarlar.

Mehmet, düşlerini kendi iradesi ve azmi ile gerçekleştirmeyi bilen biridir. Bizans karşısında altın bir meyve gibi durmaktadır. Fakat Mehmet elini uzatıp da bu meyveyi alamamaktadır. Bu meyve ile arasındaki en büyük engel ise Haliç körfezidir. Haliç’in girişinde Mehmet’in tarafsız kalacağına dair anlaşmaya zorladığı Ceneviz kolonisi ve Galata vardır. Bu nedenle körfezin girişinden saldırarak donanmayı Haliç’e sokmak mümkün değildir. Mehmet’in körfeze sokabileceği yeni bir donanmaya ihtiyacı vardır ve bu donanmayı kıyılarda inşa etmek aylar alacaktır. Bu şartlar altında Konstantiniye önünde işe yaramadan duran kadırgaların bir kısmını, yarımadayı karadan aşıp Ceneviz kolonisinin etrafından dolanarak Haliç körfezine indirecektir. Bir zamanlar Hanibal ve Napolyon’un Alp Dağlarını geçip kendilerine erişmelerinin olanaksız olduğuna inanmış Roma ve Avusturyalılar gibi, Bizanslılar da bu fikri akıl dışı bulurlar.

Tarih kitaplarında o güne değin benzerine rast gelinmemiş eşsiz bir eylem başlar. Mehmet öncelikle neredeyse sayılamayacak kadar ağaç kütüğünü tepelere yığdırır. Marangozlar, gemilerin üzerinde hareket edeceği kızakları yaparken aynı zamanda binlerce işçi Pera tepesine çıkan ve oradan Haliç kıyısına inen patikalarda gemilerin geçişine uygun yol genişletme çalışmaları yaparlar.  Mehmet, bu hareketin dikkat çekmemesi için Galata’nın bulunduğu yakadan aralıksız top ateşine tutar. Gece karanlığında, kara saldırısı beklenirken yağlanmış kalın kütüklerin hareketiyle başlayan donanma taşıma girişimi ilerler. Kızakların üzerine oturtulmuş kadırgaları önden mandalar çekerken arkadan askerler itmektedir. Bu olağanüstü teknik ve çaba bir gecede bütün bir donanma mucizevi bir şekilde tepeyi açarak Haliç’e indirilir. Mehmet, “Eğer sakalımın tek bir teli bile aklımdan geçeni bilseydi, derhal çekip koparırdım.” Demiştir. Toplar Bizans surlarını döverken 22 Nisan gecesi, tepeleri ve ormanları geçen yetmiş kadırga Haliç körfezine taşınmıştır. Bizans halkı, gün ağardığında girilemeyeceğini düşündükleri körfezin içinde yelken açmış durmakta olan düşman donanmasını görür. Haliç tarafındaki surların altında borazanlar, ziller ve davullar çalınmaktadır. Çünkü yardıma gelen Ceneviz kalyonlarının demirlediği tarafsız Galata bölgesi dışında tüm rıhtım sahası Mehmet’in askerleri tarafından ele geçirilmiştir. Mehmet’in demir pençesi kurbanının boğazını çok daha fazla sıkmaktadır.

Kuşatma altındaki Bizans halkı artık bir düşten uyanmak zorunda kalmıştır. Bir an önce yeni yardım filosu gelmezse, üzerlerine saldıran yüz elli bin askere karşılık, delik deşik olmuş surlarla çevrili kenti ve içindekileri korumaya gayret eden sekiz bin Bizans askerinin dayanma olanağı yoktu. Papa’nın, batı dünyasının en göz alıcı simgesi olan Ayasofya Kilisesinin camiye dönüşmesine kayıtsız kalabileceğini de düşünmüyorlardı. Marmara Denizi baştan aşağıya Türk kadırgalarıyla doluydu. Bizans donanmasının bu kuşatmayı yarmaya çalışması mümkün görünmüyordu. Bu nedenle on iki Bizans askeri Argos gemisiyle Türk kıyafetleri giyerek kadırgaların arasından geçerek Ege Denizine açılmaya muvaffak olsalar da büyük hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü Ege Denizinde yardıma gelen tek bir Venedik yelkenlisine bile rast gelmezler. Bizans’a verdikleri yardım sözünü unutmuşlardır. Bu on iki kahraman asker geri dönmeye karar verirler. Bir mesaj iletmek ve haber getirmek için yola çıkmışlardır. Kötü de olsa bu haberi Bizans’a götürmek zorunda hissederler kendilerini. Aynı rotayı izleyerek geri dönen askerleri, surlarda bekleyen nöbetçiler sevinçle karşılarlar. Bu küçük gemi hızla Haliç limanına yaklaşmaktadır. Türk bayrağı çekilmiş bu küçük geminin aslında Bizans’a ait olduğunu fark eden Türkler, limana girmeden önce yakalamak için sayısız kadırga gemine üzerine doğru atılır. Bu sırada Bizans’tan sevinç çığlıkları yükselmektedir. Haber yayılmış ve habercilerin yardımın hemen geride olduğunu haber vermeye geldikleri düşünülmüştür. Akşama doğru kara haber tüm kenti ele geçirir. Bizans kaderine terkedilmiş ve bu surların içerisinde hapis kalmışlardır.

Çatışmalar hiç durmadan altı hafta kadar sürer. Sonuç alamayan Sultan’ın sabrı tükenmeye başlamıştır. Bu durumda iki seçenek kalmıştı ya kuşatmaya son vermek ki böyle bir seçenek asla düşünülemezdi; ikincisi ise kesin ve büyük bir taarruza kalkmaktı ki Mehmet bu yolda ilerler ve paşalarını savaş divanında toplar. Bütün kaygıların ötesinde zafer tutkusuyla 29 Mayıs’ta son ve kesin taarruz kararı alır. Topçunun ateş gücünü arttırmak için mevcut tüm barut ve gülleler ön saflara getirilir. Mehmet atının üzerinde bir o yana bir bu yana gidip gelir. Bir çadırdan diğerine girip çıkarak askerlerine ve komutanlarına moral verir ve onları cesaretlendirir. Askerlerine, babası Murat Han’ın ruhu üzerine yemin ederek fethin ardından üç gün süreyle kentin yağmalanmasına izin verecektir. Kendisi her türlü ganimet hakkından feragat etmiştir. Doğu Roma İmparatorluğunun son kalesini fethetmiş olmak şerefi onun için en kıymetli ganimet olacaktır.

Bizanslılar, artık son taarruz emrinin verildiğinin farkındadırlar. Daha öncesinde yaşadıkları fikir ayrılıkları ve din tartışmaları nedeniyle bir araya gelemeyenler, son saatlerinde kendin meydanlarında toplanmaya başlarlar. Tarih boyunca insanlar, ancak tehlike açık ve çok bariz bir hale geldiğinde birleşmeyi akıl edebilirler.

İmparator Konstantin, soyluları, komutanlarını ve senatörlerini coşkulu bir konuşmayla yüreklendirmek ister. Hem Mehmet, hem de Konstantin, hangisi kazanırsa kazansın o günün dünya tarihini asırlar boyunca etkileyecek önemde bir gün olduğunu bilmektedirler.

En nihayetinde beklenen son sahne başlar. Avrupa tarihinin belki de en dokunaklı bir çöküşün en dehşetli anları gelmiştir artık. Son bir teselli ya da avuntu beklentisiyle inançlarına sarılan İmparator ve onun yakınındakiler ardı ardına mihrabın önünden geçerler. Doğu Roma İmparatorluğu’nun en son ölüler ayini başlamaktadır. Justiniaus’un katedralinde Hristiyanlık artık son anlarını yaşamaktadır. Rakibi Sultan Mehmet gibi İmparator Konstantin de askerlerine cesaret vermek amacıyla atını surların bir ucundan diğerine sürüp durmaktadır. Surların gerisindeki birlerce asker, yürekleri korkuyla karışık heyecanla ölümü beklemektedirler.

Bizanslıların, Türklerin ok ve taş yağmuruna üzerlerindeki zincirden zırhlarla karşı koymaları mümkün olmaktadır. Surlara devamlı olarak saldıran hafif piyade gücü karşısında savunma yapmak, üzerlerindeki o ağır zırhlarla oradan oraya koşturmak Bizans askerlerinin yorulmasına neden olmaktadır. Birkaç saatlik mücadelenin ardından hava ağarmaya başlarken kendilerine Anadolulular diyen iyi eğitimli, disiplinli ve güçlü askerler saldırıya geçer. Tüm bu üstünlüklerine rağmen Bizans savunması onları püskürtmeyi başarır. Sultan Mehmet’in elinde hücuma geçecek son bir güç vardır ki onlar Osmanlı ordusunun göz bebeği olan Yeniçeriler’dir. Kentte kilise çanları çalmaya başlar. Eli silah tutan tüm erkekler, gemilerdeki tüm tayfalar surlara çağrılır. Artık savaşın son safhası yaşanmaktadır. Bizanslılar surlara tırmanmış Türk askerlerini bir kez daha geri püskürtmeyi başarırlar.  Her iki taraf da pes etmemek konusunda çok kararlıdır. Bizanslılar üzerlerine adeta delirmişçesine saldırmakta olan düşmanı neredeyse tamamen püskürtmek üzere oldukların inandıkları bir anda insanlık tarihinde örneğine pek çok defa rastlanabileceği gibi, küçük gizemli bir olay tüm Bizans’ın kaderini belirler. Hesaba katılmayan bir şey olur ve Türk askerleri, saldırının en güçlü olduğu noktalardan birinde surda açılmış olan gedikten içeri girmeyi başarır. İçeri girseler de aslında ikinci sur duvarına sokulmaya pek meraklı olmadıklarından iki sur arasında gidip gelirken iç sur kapılarının birini fark ederler. Kerkoporta adı verilen bu kapı inanılmaz bir dikkatsizlik sonucunda açık unutulmuştur. Surlar arasında merakla keşif yapan bu Yeniçeri grubu, Bizanslıların tüm güçleriyle savundukları bu surlardaki bir kapının böyle dikkatsizce açık bırakılmasına başta bir anlam veremediler. Bunun bir tuzak olabileceğini düşünerek tereddütte kaldılar. Tuzak olma ihtimaline karşı tedbir olarak başka askerleri de yanlarına çağırdılar. Kısa sürede bir birlik kadar asker hiçbir direnç ve tuzakla karşılaşmadan kentin içine girebilmiş ve surlarda savunma yapan Bizans askerlerini arkadan kuşatabilmişlerdir. Durumu fark eden İmparator Konstantin, yanına sadık adamlarını alarak Kerkoporta’dan sızan Yeniçerilerin üzerine atılır. Konstantin buradaki çatışmanın içerisinde hayatını kaybeder. Doğu Roma İmparatorluğunun en son imparatorunun bir Romalı olarak onuruyla savaştığı ve savaşarak öldüğü gerçeği ortaya çıkar. Kerkoporta kapısının açık unutulması, dünya tarihinin seyrini belirleyen olay olmuştur.

İnsanlık tarihinde kimi zaman sayılar büyük rol oynar. Roma’nın barbarlar tarafından yağmalanmasından tam bin yıl sonra Bizans’ın yağmalanması başlar. Sultan Mehmet verdiği o korkunç sözü tutamak zorunda olduğundan kentin yağmalanmasına izin verir. Roma’nın, İskenderiye’nin ve şimdi de Bizans’ın yağmalanması sonucunda ne gibi değerli eserlerin yitirilmiş olduğunu insanlık tarihi boyunca asla bilemeyeceğiz.

Sultan Mehmet, zafere eriştiği o günün öğleden sonrasında tüm ihtişamı, gurunu ile atının üzerinde kente girdiğinde Bizans’ın göz alıcı simgesi olan Ayasofya’nın erişilmez görülün o devasa kubbesine elli günden fazla bir süre boyunca çadırından bakıp durmuştur. Başını öne eğerek atından iner, yere diz çöküp dua eder, sonra yerden bir avuç toprak alarak kendisinin de ölümlü olduğunu anımsak için başının üzerinden döker. Tanrısına şükredip kulluk vazifesine yerine getirdikten sonra ayağa kalkar ve kutsal bilgeliğin mekânı olan Justinianus’un katedraline, Ayasofya Kilisesi’ne ilk adımını atar. Hristiyan mabedinde dünyanın yegâne sahibi olan tanrısına hamd etmek için ilk namazı kılar. Ertesi gün inşaat ustalarını çağırtır ve kilisenin içindeki inanca ait ne varsa sökülmesini emreder. Ayasofya’nın en üst kubbesinden aşağıya doğru sallanarak bin yıldan fazla bir süredir orada olan ve dünyanın tüm acılarına kucak açmak istermiş gibi kollarını açmış gibi duran büyük haç da boğuk bir ses çıkartarak yere çakılır.

Haçın düşüşü, Batı dünyasını korkutur. Bu düşüşün korku verici yankıları Roma, Ceneviz ve Venedik’e ulaşır. Oradan da sanki onları uyarmak isteyen bir gök gürültüsüymüşçesine ta Fransa ve Almanya’ya kadar ilerler. Avrupa’nın umursamazlığı, budalaca takıntıları nedeniyle açık unutulmuş bir kapıdan içeriye sızan bu gücün asırlar boyunca elini kolunu bağlayacağını onu felç edeceğini korkuyla idrak etmelerini sağlar. Bazen bir anda yitirilmiş olanı bin yıllar geri getiremiyor.

                                                                                               Ankara, Kasım-2022

                                                                                                         Cengiz Emik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir