Gaspıralı İsmail     (Necip Hablemitoğlu)   

Hayallerini gerçeklestir

Gaspıralı İsmail     (Necip Hablemitoğlu)   

      

Hâkim bir milletin; mahkûm düşmesi, mahkûm bir milletin yok alması, mektepsizlikten ileri gelir.”

Gaspıralı, Türk Milleti’nin bir bütün olduğuna inanıyordu. Coğrafi ayrılıkları ve lehçeyi bu bütünün önünde bir engel olarak görmüyordu. Bu düşüncesinde dile büyük bir önem veriyor, sade bir Türkçe ile konuşup yazmanın bu bütünlüğü sağlamada önemli bir adım olacağına inanıyordu. Dil konusunda gösterdiği özverili çabaları eğitim konusunda da gösteren Gaspıralı İsmail,  eski öğretim usûlüne karşı, usûl-i savtiye adını verdiği ve okuma yazmayı çok çabuk öğreten yeni bir metot geliştirmiş, bu metodu önce hocalara öğretmiş, usûl-i cedid mektepleri denilen yeni okullar açmış ve açtırmıştır. 1884’te Bahçesaray’ın Kaytmaz Ağa mahallesinde Gaspıralı’-nın bizzat açtığı “birinci mekteb-i cedid” Rusya Türkleri arasında hızla yayılmış, 1914’te yani 30 yıl sonra sayıları 5000’e ulaşmıştır

Fikirleri, çıkardığı Tercüman Gazetesi aracılığıyla, Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkistan, Çin, İran ve Mısır’da tanınan Gaspıralı, 1907’de Kahire’de bir İslam Kongresi toplayabilmek için büyük çaba sarf etmiş, 1910’da ise Hindistan’a giderek Bombay’daki Encümen-i İslamiye’nin toplantılarına katılarak görüşlerini anlatmıştır.

Türk Dünyası’nın gördüğü ender zeki ve idealist şahsiyetlerden birisi olan Gaspıralı İsmail, sadece Rusya Türklerinin değil, bütün Müslümanların meseleleri ile yakından ilgilenmiştir.

Çarlık Rusya’sının Türk halkını eğitimsizliğe ve geriliğe sürükleyen politikalarına karşı siyasi mücadelenin ve toplumsal bilincin oluşturmasında ortaya koyduğu fikirler bir dönemin kırılmasını tarihsel açıdan yansıtmaktadır. 

Esaretin artık insanlar tarafından vahşet olarak nitelendirildiği 19. yüzyılda “Milletler Zindanı” Çarlık Rusya’sında yaşayan 30 milyon Türk; geriliğin, cehaletin ve sefaletin kucağında, dünyadan hatta birbirinden habersiz hale getirilmiş ve esir olarak yaşatılıyordu.

İki asır öncesine kadar, Altınorda Devletine ve daha sonra Kırım Hanlığına vergi vererek yaşayan dağınık Rus boyları 19. yüzyıl ortalarına doğru sistemli bir şekilde genişlemiş, hemen hemen tüm Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarını hâkimiyeti altına alarak Osmanlı İmparatorluğu’nun kapılarına kadar dayanmıştı. Rus fütuhatında tarihi açıdan incelenecek olursa iki devre göze çarpar. Korkunç İvan’dan, Deli Petro’ya kadar olan birinci devrede Rus fütuhatı Türk düşmanlığının yanı sıra ekonomik sebeplere dayanmaktadır. Türklere vergi vermekten kurtulmak, gerekirse zengin Türk yurtlarını ele geçirerek içinde bulundukları vahşi hayat ortamından, daha medeni bir hayat seviyesine ulaşmak bu devrin başlıca kaynaklarından olmuştur. Çar Deli Petro, takip edilmesini zorunlu kıldığı bir strateji ortaya koymuştur. Bu strateji 11. yüzyılda sıcak denizlere inme ülkü şeklinde kendini göstermiştir. Rusya’da bu ülkünün geleceği üzerinde söz sahibi üç unsur vardı. Bunlardan birincisi Rus milleti idi. Ruslar öteden beri hürriyet ve milliyet duygusu nedir bilmeyen, toprakla beraber alıp satılan bir sürüden ibaretti. Bunun yanı sıra Rus aydın ve asilzadeleri kısaca bu sürüyü idare edenler koyu birer Slav ırkçısı idiler. Bunlar Rus toplumunu milliyet duygularına dönüştürebilmenin ve tüm Slav ırkını bir bayrak altında toplayarak Deli Petro’nun vasiyetnamesini gerçekleştirebilmenin mücadelesini yapıyorlardı.

Rusya’da söz sahibi ikinci unsur Çar’lar ve Romanov hanedanı idi. Türk düşmanı olarak yetiştirilen çarlar uzun bir müddet Panslavistlerin elinde oyuncak durumuna düşmüşler, Rusya’daki gayri Rus milletleri, bilhassa Türkleri emperyalist zihniyet ve gayelerle idare etme yolunu seçmişlerdir.

Çarlık Rusya’sının üçüncü “sıcak denizlere inme ülküsü” karşısında en büyük engel olarak Rusya Türklerini görmüşlerdir. Rusya’da yaşayan Türkler, her ne kadar sefalet ve geriliğin içinde olsalar da; milli benliklerinden, dini inançlarından kısacası manevi değerlerinden bir şey kaybetmemişlerdi. Çar ve hükümetleri, Rusya’nın bu sosyal durumunu daima göz önüne alarak, Türklerle ilgili faaliyetlerinde onların manevi değerlerini tahrip etme yolunu takip etmişlerdir.

Çar ve hükümetlerinin bu sosyal durum ve gittikçe gerileyen Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması yolunda takip ettikleri taktik ve stratejinin ilk merhalesi: Rusya’da yaşayan ve her an bir ayaklanmaya hazır olan Türkleri tesirsiz ve zararsız hale getirmek olmuştur. İşte bu noktadan hareketle Korkunç İvan’ın Kazan ve Astrahan’da katlettiği 200 bin Türk’le başlayan topyekûn imha hareketi, Kırım’ı istila eden General Potemkin’in katlettiği 30 bin, General Kopartkin’in ve diğerlerinin katlettikleri yüzbinlerce Türk’le devam etmiş, milyonlarca Türk’ün hayatına mal olacak şekilde gelişmiştir.

Rus baskıları ve katliamları sonucunda Türk Milli-Kurtuluş hareketinin doğmasına sebep olmuş, Rusya’nın Türklerle meskûn her tarafına bilhassa Kafkasya’da Şeyh Şamil’in, daha sonraları Türkistan’da Şeyh Bahaeddin İşan’ın önderliğinde başlayan hareket, kısa bir süre için Rusya Türkleri arasında yayılarak Çarlık Rusya’sını sarsmaya başlamıştır. Çar ve hükümetlerine karşı Türklerin zulümle ortadan kaldırılamayacağını yapılan her baskının onları milli birlik ve beraberliğe götüreceğini gördüklerinde daha sinsi bir siyaset takip etmeye başlamışlardı. “Parçala Yut” şeklinde sembolize edilen bu siyaset neticesinde, Türk Milletinden yüzlerce halk (!) türetildi. Türk milleti, Kazak, Azeri, Türkmen, Başkırt, Tatar, Kırgız, Tacik, Yakut, Özbek, Karakalpak gibi adları taşıyan haklara (!) dönüştürülmeye çalışıldı. Çarlar ve hükümetleri bu kadarla da yetinmediler. Ayırdıkları Türk boylarını kendi mahalli lehçe ve edebiyatlarını işlemelerini ve geliştirmelerini önleyecek tedbirler almaya başladılar. Mahalli dil ve edebiyatı geliştirmek (!) maksadıyla hareket ederek Türk lehçelerine vâkıf olan misyonerler yetiştirerek Türk diline; Rusça kelime ve dil kurallarını bunları yardımı ile sokmaya başladılar.

Bu misyonerlerden en meşhuru Nikolay İlminski’dir. Aynı zamanda Kazan İlahiyat Fakültesi müdürlük görevini de yapmış olan İlminski, Rus maarifinin, Rusya Türkleri üzerinde takip edeceği kültür politikasının esaslarını ortaya koyması onun bu sahada geniş bilgi ve tecrübesiyle tam yetkili olduğunu gösterir. İlminski’nin Rus dilini ve kültürünü Rus olmayan halklar arasında yayma metodunun pratik olarak tatbik kabiliyetinde olduğu sonradan Sovyet hükümetinin onun sisteminin esas prensiplerini uygulamasıyla sabit olmuştur.

İlminski ve diğer Rus misyonerlerin yanı sıra maşa olarak kullandıkları Türklerin de çalışmaları sonucu Bolşevik ihtilalinden sonra Başkırt Türkleri, Kazan Türkleri ile birleşik bir cumhuriyet kurmaktan kaçınmışlardır. Bunun sonucunda kendi birliklerini koruyamadıkları gibi İdil-Ural ve İç Sibirya Türklerinin tekrar Rus hâkimiyetine altına girmesine yardım etmişlerdi. Görüldüğü gibi İlminski’nin faaliyetleri uzun vadede etkisini göstermiştir.

Bir yandan sefalet ve gerilik, diğer yandan maarifsizlik ve matbuatsızlık, topyekûn sürgün ve katliamlar, Osmanlı toprakları ile komşu olan Rusya’nın Türk bölgelerinden “ak toprağa” göçlere sebep olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kırım, Kafkasya, Azerbaycan’dan göç edenlerin sayısı milyonları bulmuştur.

Gaspıralı İsmail’in genç ruhunda ezilen Rusya Türklerine yardım etme arzusu ağır basınca Moskova’daki tahsilini yarıda bırakarak Mengli Giray Han’ın yaptırmış olduğu Medresede 1871 yılına kadar öğretmenlik yapmıştır.

“Dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla bütün Türk milletinin birleşmesi için çalışan Gaspıralı, Türk boylarını birbirine bağlayan en önemli unsurun dil olduğu görüşündeydi. Türk dünyasında konuşulan lehçelerden öyle bir lehçe seçilmeliydi ki, Tuna boylarında yaşayan bir Türk’le, Doğu Türkistanlı bir Türk rahatlıkla konuşup anlayabilmeliydi. Dil bütünlüğü parçalanan milletlerin de akıbeti parçalanmak ve yok olmaktı. Bu gerçeği gören Gaspıralı, Türk lehçeleri arasında yaratılmaya çalışılan uçurumu kapatmak gayesi ile yaşamını “Dilde Birlik” idesinin tahakkukuna hasretmiştir. Bu gaye ile Osmanlı Türkçesini bütün Türklerin umumî edebî dili hâline getirmeye çalıştı. Fakat onun istediği yabancı unsur ve kaidelerle dolu bir Osmanlıca değil, halk tarafından anlaşılan yabancı unsurlardan temizlenmiş sade bir Osmanlı Türkçesi idi. Kendisi de ömrü boyunca Tercüman’da ve bütün eserlerinde böyle sade bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Gaspıralı’nın gazetesi adını İstanbul’da Şinasi Efendi tarafından basılan Tercüman-ı Ahvâl’den almıştır. 1882 yılından 1903 yılında kadar haftada bir 1903 yılından1912 yılında kadar haftada iki veya üç gün, 1912 den sonra ise her gün yayınlanmıştır. Gazete zaman içerisinde Türk Dünyası’nın gören gözü haline gelmiş ve 35 yıl yayın hayatını sürdürmüştür.

 Ömer Seyfettin, Gaspıralı ile ilgili şunları söylemiştir.

Türklerin lisanca birleşmesi bütün Turan’ın birleşmesi demektir. Kırım’ın büyük evladı İsmail Bey, son nefesine kadar bu yüksek ülküyü hakikat haline getirmeye çalıştı. Hatta biz Osmanlı Türklerini bile uyandırmaya uğraşıyordu.” “Lisanca birleşmek; gazeteler, kitaplar vasıtasıyla olur. Her Türk, İstanbul lehçesiyle yazmayı bir “hamiyet” bilmelidir. Turan’ın bütün gazeteleri Gaspıralı’nın “Tercüman’ı gibi bir lisan kullanmalı, mahalli lehçeleri uğruna milletimizin müşterek lisanını öldürmemelidir.”

Akçura ise söyle diyordu. “ İsmail Bey sonuçtan ümitliydi. Çünkü Türk lehçeleri henüz işlenmemiş, edebi bir şekil almamıştı. Ayrıca birçok gazeteci ve yazar da bu konuda kendini desteklemekteydi. Onun “edebi lisan” veya “Umumi Türk Dili” tabiri ile ifade ettiği dil, çok sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesinden başka bir şey değildir.”

Rusya’nın tanınmış aydın Türklerinden Rizaettin Fahrettin “Türk dilinin birinci ıslahçısı Ali Şir Nevai ise, ikincisi şüphesiz Gaspıralı İsmail’dir. O yalnız dil sahasında değil, Türk kültürü ile ilgili diğer sahalarda da topyekûn bir ıslahat fikri ile ortaya atılmış bir önderdir.”

Gaspıralı ilk siyasi maksatla ilgili siyasetini 1896 yılında Çarın tahta çıkması münasebeti ile Petersburg’a gitmesiyle başlar. Ezilen Rusya Türklerinin haklarını daha iyi arayabilmek için 1905 İhtilalinden sonra siyasi hayata atılmıştır. Umum İslam Partisini kurdu ve Rus Duma’sında kırka yakın delege ile katıldı. Gaspıralı “Rusya Müslümanları İttifakı”nın kongrelerine katılmak üzere 1906 yılında Pertersburg’a ikinci kongre için de Nijininovogzod’a gitmiştir. Gaspıralı İsmail, Türk-İslam dünyasının ekonomik, kültürel ve siyasi durumları yakından incelemiş ve faaliyetleri ile Türk-İslam dünyasının aydınlanmasına katkıda bulunmuştur.

                                                                                                                        Cengiz Emik  

Ankara, Haziran 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir