“Resim yapmayı düşlüyorum sonra rüyamı resimliyorum.”
Sanatı kadar hayatı hakkında yazılmış roman ve çekilmiş film ve belgeseller, sanatçının yaşamında göremediği ilgiyi sanki telafi eder gibidir. Kendisinden bir yıl önce ölü doğan ağabeyinin adını alan, sanat dünyasının mihenk taşlarından biri olarak öne çıkan Vincent, dünyanın en büyük ressamlarından biri olmasının yanı sıra mutsuz ve melankolik hayatı ile bilinmektedir. Dindar ve katı kurallara sahip ailenin çocuğu olarak çocukluğunun önemli kısmını yatılı okulda geçirmiştir.
Öğretmenlik, papazlık, resim galerisinde satış elemanı gibi farklı meslekleri denemişse de ressam olma arzusu üstün gelmiştir. Vincent’in resim çalışmalarından haberdar olan kardeşi Theo, onu maddi olarak desteklemiş ve sanat malzemelerini satın alması için özverili bir şekilde çalışmıştır.
“Bana borçlu olduğun ve bana geri vermek istediğin paradan bahsediyorsun,” diye yazdı 1888’de. “Duymayacağım. İstediğim konuma gelebilmen için hiçbir endişen olmamalı.”
Kardeşi Theo; para göndermenin yanı sıra Vincent’i Paul Cézanne, Henri de Toulouse- Lautrec, Georges Seurat ve Paul Gauguin de dâhil olmak üzere Post-Empresyonistler olarak bilinen Paris’in en avangard sanatçılarına tanıtarak yardım etti. Theo ile Vincent arasında güçlü bir duygusal bağ vardı. Kardeşler arasında yedi yüzden fazla mektuplaşmalarda renk tutkusuyla dolu bir ressamın yaşam savaşı ve yaratıcılık uğruna gösterdiği özveri tüm açıklığıyla görülmektedir.
Bu mektuplardan kısa alıntılarla onun duygu ve düşünceleri ile eserleri hakkında küçük de olsa birşeyler paylaşmayı istedim.
Amsterdam. 3 Nisan 1878, “Elden geldiği kadar çok sevmeliyiz, çünkü asıl güç sevgidedir, çok seven adam büyük işler görür, büyük işler görebilecek güçtedir ve sevgiyle yapılmış iş iyi yapılmış iştir.”
Wasmes, Haziran 1879, “Sanat doğaya eklenmiş insandır. Evet, doğayı, gerçeği hakikati söylemektir. Sanat, sanatçının doğaya kattığı, ayırıp, belirttiği, özgürleştirdiği, aydınlatıp renklendirdiği bir anlam, bir görüş ve bir özellik dile getirmektir.”
Etten, 7 Eylül 1881, “Hayatı gerçekten sever oldum ve âşık olduğuma çok seviniyorum. Hayatla aşk birdir benim gözümde. Ama diyeceksin ”hiçbir zaman hayır hiçbir zaman” cevabıyla karşılaşıyorsun.
Tarihsiz bir mektubunda, Sensier’in Millet üstüne yazdıklarında bazı sözler bana çok dokundu, dinle bak Millet ne demiş;
“Sanat bir savaştır-can vermeyi göze almalı”
“Eşek gibi çalışmak gerek. “Güçsüz bir serer vermektense, hiçbir eser vermemek daha iyi. Ne müthiş bir şey bir nesneye bakıp onu güzel bulmak, sonra da üstünde düşünmek, onu kavrayıp aklında tutmak ve kendi kendine demek ki; bu nesneyi çizmeye koyulacağım ve onu resimde canlandırıncaya kadar çalışacağım.
İster figür ister peyzaj olsun, resimde hüzün duygusu gibi bir şeyi değil de derin bir acıyı dile getirmek istiyorum. Çoğu insanların gözünde neyim ben -değersizisin biri ya da tuhaf, aykırı hoşa gitmeyen biri ama -toplumda kendime bir bulamamış, yer bulamayacak bir yaratık, yani hiçten daha da aşağı bir şey.
Drenthe, Ekim 1883, “Ben sanatçı değilim –ne kaba bir söz- düşüncesini bile insan yakıştırmamalı kendisine- insan sabırlı olmaz olur mu, doğadan sabırlı olmayı öğrenmez mi, buğdayın sessizce büyüdüğünü her şeyin yavaş yavaş geliştiğini gördükçe sabırlı olmayı öğrenmez mi? İnsan artık büyüyüp gelişmeyecek kadar ölü bir nesne sayabilir mi kendini?
Tarihsiz, Patates Yiyenler tablosu hakkında: yaldızlı çerçeve içinde alınsa iyi olur eminim. Ayrıca da olgun buğdayın sıcak rengini veren bir döşeme kâğıdıyla kaplı bir duvarda iyi durur. Asıl candan belirtmek istediğim fikir şudur: lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar aynı ellerle toprağı işlemiş adamlardır: istedim ki resim çiftçinin el çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besiyi yüceltsin. İstedim ki biz uygar insanların yaşayışından bambaşka bir yaşamayı canlandırsın. Onun için herkesin bu resmi güzel ya da başarılı bulmasını istemek aklımdan bile geçmiyor.
Sevgili Theo, bu hafta iki natürmort yaptım. Demirden mavi sırlı bir kahve ibriği, - solda- mavi yaldızlı bir fincan, açık mavi ve beyaz kareli bir süt kabı, gri sarı bir toprak tabanı üstünde mavi ve turuncu desenli bir beyaz bir fincan -sağda- kırmızı, yeşil, kahverengi desenli çömlekçi çamurundan ya da Endülüs çinisinden mavi bir çanak ve iki portakal ile üç limon, masanın üstünde bir örtü var arka plan sarımsı yeşil, altı ayrı mavi ve dört ya da beş sarı ve turuncu. Ömür natürmort, Endülüs çinisinden yapılmış çanakla yabani çiçekler. Bu mektuba bir de boya siparişi eklemeliyim ama hemen alamazsan bunları,
zararı yok, biraz daha fazla desen yaparım fena da olmaz. Siparişi ikiye bölüyorum, hemen gerekli olanlar ile olmayanlara göre. Gauguin’i düşündüm ve şu sonuca vardım: Gauguin baraya gelmek isterse o zaman satın almamız gereken iki yatak yahut iki şilte var. Ama ondan ötesi kolay, çünkü Gauguin denizcidir, herhalde yemeğimizi evde pişirme yolunu buluruz. Böylece benim tek başına harcadığım parayla iki kişi yaşarız. Bilirsin ki ressamların yalnız yaşamalarını her zaman saçma buldum. İnsan yalnız oldu mu bir bakıma yoksundur.
Arles, Eylül 1888, Resimlerimin birinde de müzik gibi avutucu bir şeyler söylemek istiyorum. Kadınları da erkeleri de bir ölümsüzlük havası içinde canlandırmak; eskiden bu havayı figürlerin başına bir hale koymakla verirlerdi, biz bugün renklerimizin ışıltısı, titreşmesiyle vermeye çalışırız.. Bir misafir gelirse, üst kattaki en güzel oda onun olacak, bu odayı sanattan anlayan bir kadının özel odası gibi güzel yapmaya çalışacağım. Senin yatacağın oda, ya da Gauguin gelirse, onun kalacağı oda, beyaz duvarları üstünde
büyük sarı ay çiçekler süslü olacak. Sabahçı kahvesi dediğim resimde kahvenin batak bir yer olduğunu insanın orada delirip cinayet işleyebileceğini dile getirmek istedim. Bir de açık pembe ve kan kırmızısı şarap rengi, XV. Louis yeşilinin tatlısı ve Veronez yeşilini bir araya getirerek, sarı yeşillerle sert mavi yeşilleri karıştırarak bir cehennem sıcağı, sarı kükürdün yandığı bir koltuk meyhanesi havasını vermeye çalıştım. Gece çalışarak gece sahnelerini ve gecenin renklerini yerli yerinde yakalamak konusu beni son derece ilgilendiriyor.
İlişikte otuz karelik bir tualin küçük krokisi. Sonunda yıldızlı geceyi gece bir sokak fenerinin dibinde boyamayı başardım. Gök yeşil mavi, su koyu mavi, toprak yerler mor. Şehir mavi ve menekşe rengi, fener sarı, ışıltıları altın kızıl sarı ve bronz yeşile kadar gidiyor. Göğün yeşil-mavi alanı üstünde Büyük Ayı yeşil pembe ışıltılı, göze batmayan solgunluğu gaz fenerinin sert altın sarısıyla karşıtlık halindedir. Ön planda renkli iki figürcük âşıklar.
2 Ocak 1889, Sevgili Theo, büsbütün rahatlayasın diye bu satırları senin de gördüğün Dr. Rey’in odasından yazıyorum. Burada hastanede daha birkaç gün kalacağım, sonra da rahat rahat eve dönebileceğimi sanıyorum. Şimdi senden bir tek ricam var; beni merak etme, çünkü senin merakın bana dert olur. Şimdi de Gaugin dostumuzdan bahsedelim; korkuttum mu onu? Niçin hiç arayıp sormuyor? Seninle Paris’e dönmüş olacak. Zaten Paris’i özlemişti artık. Paris’te burada
olduğundan daha rahat olacak. Gauguin’e söyle bana mektup yazsın ve de ki hep onu düşünüyorum. Canım kardeşim, mektubunda kardeşçe bir kaygı sezdim ki, artık susmaktan vazgeçip sana yazıyorum. Bir deli olarak değil, senin bildiğin kardeşin olarak yazıyorum bu mektubu. İşin doğrusu şu; buranın bir kısım adamları belediye başkanına bir bildiri göndermişler. Benim serbest yaşamaya hakkı olmayan bir adam olduğumu ya da buna benzer bir şeyler yazmışlar birileri. Bunun üzerine polis komiseri ya da merkez komiseri beni yine tımarhaneye atma emrini verdi. Durum şu ki kaç gündür deli hücresinde, kilit ve anahtar altında başımda gardiyanlarla kapalıyım, oysa suçlu olduğum ne kanıtlanmıştır ne de kanıtlanabilir. Tabii ki içimden çok içerliyorum bütün bunlara. Gene tabidir ki kızmam doğru olmaz, bu durumda özür dilemek suçlu olmayı gerektirir sanırım. Yalnız haber vereyim ki kurtarırsan–ama dileğimi sanma, çünkü bütün bu suçlamanın sonunda boşa çıkacağından eminim.
Yıldızlı Gece tablosunu akıl hastanesinin penceresinden bakarak yapan van Gogh 37 yıllık kısa hayatının son on yılında resim yapmaya başlamış ve eserlerinin çoğunu yaşamının son iki yılına sığdırmıştır. Sağlığında sadece bir tablosu satılan ressam 860’ı yağlı boya olmak üzere 2100’den fazla eser bırakmıştır.
Cengiz Emik Kasım, 2021 Antalya, Kemer