Sanat, ihtiyacı abideleştirir. Estetik ise ebedileştirir! Mimar Sinan, duvarları tabloya dönüştürürken, sanatı zaman ve mekândan bağımsızlaştırmış ebediyet sırrı ile bütünleştirip sonsuza armağan etmiştir. Sinan’ın eserleri öylesine bir bütünsellik içerir ki mermeri sanatla, sanatı hayatla buluşturur.
Sonra, Yahya Kemal’in şiirinin içine girer gibi camiye girin. Kürsünün mihrapla, mihrabın minberle birbirinden bu kadar farklı ve bağımsız hem birbirine bu kadar yakın böylesine derin ve huzurlu bir içselliğin nasıl sağlandığını düşünün… Kubbelerdeki sadelikle duvarlardaki renk cümbüşünün zıt gibi duran karakterlerinde Sinan’ın ruh halini çözmeye çalışın. İmkansıza âşık olan deha, her eserinde imkansızı denemiş ve gerçek hayatta yapamadığını yapıp zıtların estetik uyumunu yakalamıştır. Sanat sonsuz ve aşkın adıdır.
“Ben, yaşlı usta Abdülmennan oğlu Sinan; duası ve övücüsü olduğum mülkün sahibi ve mükafatlandıran Allah’ın yardımı ile Osmanlı Devleti’nde alemin sığınağı dört padişaha hizmet vererek şeref kazandı. Sanatımla ve hizmetimle iş bir mimar olmak ve birçok diyarda ün kazanmak nasip oldu. O dört padişahın birincisi Osmanoğulları’nın kılıcı, gökyüzünün yiğit eri, Arap ve Acem ülkelerinin fatihi ve dünyanın en güçlü hükümdarı Sultan Bayezid Han oğlu Selim Han’dır. Allah kabrini Cennet odalarından gelen ışıkla nurlandırsın.”
Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti’nin çeşitli şehirlerini cami, türbe, köprü, kervansaray, han ve hamamlarla gergef gibi işlemiş, inşa ettiği abide eserlerde kendini ebedileştirmiştir. Kayseri’nin Ağırnas köyünden devşirme olarak askere alınan Sinan’ı Çaldıran Savaşı ve Mısır Seferinde görüyoruz. Sinan o dönemi şöyle anlatır.
“Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk o zaman başlanılmıştı. Acemioğlanlar arasında sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak çevreyi gözledim. Pergel gibi yay çizerek, görgümü arttırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezdim. Her saray kubbesinin tepesinde ve her harabe köşesinden bir şeyler kopararak bilgi ve görgümü arttırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.” Sinan, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad gibi dört büyük cihan hükümdarına hizmet etmiştir.
Arif Nihat Asya, Sinan için şöyle diyor;
“Taştan mı senin sanatın, altından mı?
Yokmuş ustan, hocan… Bu bir noksan mı?
Mermerde çiçekler açtıran sihrinle,
Ey Kayserili’m, Sinan mısın, nisan mı?
Sinan her seferinde Sultan ailesinin beklentilerini bile aşan sevda ile işe koyulmuştur. Hürrem Sultan tarafından yaptırılan Haseki Camii, mimarbaşı sıfatıyla yaptığı ilk camidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan adına yaptırdığı külliye önemli eserleri arasında yer alır. Mihrimah Sultan Külliyesi’nde cami, medrese, sıbyan mektebi, hamam, tabhane, imarethane ve hanlardan oluşur. Mihrimah Sultan Camiinin dantel misali mermerden yapılmış minberi, mukarnas örtülü mermer geniş kapısı, renkli vitray camların altında yer alan mermer mihrabı, kıbleye yönelenleri gökkuşağı gibi sarmalar. Caminin hanedan tarafından yaptırıldığını belirten ise çift minaresidir. Birden fazla minareli camiler padişah ailesi tarafından yaptırıldığına işaret eder. Mihrimah Sultan’ın eşi Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Hasırcılar Çarşısı içerisinde yer alan İznik çinileri çiçek bahçesini andıran Rüstem Paşa Camii, ileride yapılacak olan Selimiye Camii’nin provasıdır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın yirmili yaşlarda hastalıktan dolayı kaybettiği oğlu Mehmet adına yaptırılan ve Sinan’ın çıraklık eserim dediği Şehzade Camii oldukça büyük ve görkemlidir. Sinan bu camide denenmemiş denemiş ve müthiş bir estetik yakalamıştır. Merkezi kubbenin dört yarım kubbe ile desteklendiği bu plan sonraki yıllarda inşa edilecek olan Sultan Ahmet ve Yeni Cami gibi camilerin mimarlarına örnek olup tekrarlanacaktır.
“Çok kocadım Sai Çelebi, çok yoruldum…
İsterim ki öldükten sonra adım unutulmasın. Hizmetlerim bilinsin ki hayırla anılayım. Anlatacağım hatıraları yazar mısın?
Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devleti’nin gücünü ve ihtişamını yansıtmak üzere bir cami inşa etmesini söyler. Bu öyle bir cami olmalıdır ki Ayasofya’yı bile gölgede bıraksın. Süleymaniye Külliyesi, Ayasofya, Bayezid, Şehzade ve Fatih camilerinin yüksek noktalarını taçlandırdığı Topkapı Sarayı, Boğaz ve kısmen Marmara’yı gören yarımadanın doğu ucunda yapılacaktır. Bu muhteşem eserde derler ki caminin dört minareli olması Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olmasını, on şerefenin bulunması ise onun onuncu padişah olduğunu simgeler.
Süleymaniye ile ilgili Ahmet Selim Suntur şöyle der;
“Süleymaniye’nin statik ve temel dizaynı gemi omurgası şeklindedir. Külliyede kullanılan bütün açı ve uzunluklar ebced hesabıyla anlamlanır. Sıradan, anlamsız hiçbir açı ve uzunluk yoktur. Süleymaniye bir ahenk ve estetik harikasıdır. Külliyenin boyuna görünüşünde kısa minare, iş odası ve kubbeden geçen dairelerde o devirde henüz tarif edilmemiş sinüs eğrisini bulursunuz.”
Caminin yapımı için tüm imkanlar seferber edilmişti. Padişah, Sinan’ın bir dediğini ikiletmiyor ama inşaat süresi uzadıkça uzuyordu. Sinan’ın kalfalık eserim dediği Süleymaniye’nin mükemmel olmasını istiyordu. Yeşil mermerler Arabistan’dan, beyaz mermerler ise Marmara Adasından getirilmişti. Sinan, o zamanki bilim ve teknolojinin tüm imkanları, zekâsı ve ustalığıyla işe sarılmıştı. İnşaat süreci uzayınca rakipleri onu padişaha şikâyet ettiler. “Bu iş çok uzadı Hünkarım, mimarınız gece gündüz çalışacağına caminin ortasında nargile içiyor.”
İnşaata giden Kanuni, Sinan’ı kubbenin altında bağdaş kurmuş nargilesini fokurdatırken gördüğünde.
“Bu ne nabeca bir hal Mimarbaşı? diye gürledi. “Caminin içinde nargile içmeye nasıl cüret edersin? Sinan ayağa kalktı ve divan durdu. “Bu hal, Padişahım mimarca bir haldır kim, bu hal ile camimizin akustiğini ölçmektedir. Bu ölçümü yapmadan, imamın sesinin nerelere kadar ulaşacağı tespit edilemez. Bakın zaten nargilede tütün yoktur sadece su vardır.”
Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’nin o şahane akustiğini sağlamak amacıyla Anadolu’dan 65 dev turşu küpü getirtmiş, ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirmiş böylece imamın sesinin caminin her köşesinden duyulmasını sağlamıştır.
“Çıraklığımı Şehzade Camii’nde, kalfalığımı Süleymaniye’de. Bütün gücümü Sultan Selim Han Camiine sarf edip ustalığımı ayan ve bayan ettim.” Sinan Selimiye Camii’ni yapımına başladığında seksen yaşındaydı. Bir tepenin üzerine oturttuğu Selimiye’de daha önce hiçbir camide ya da antik çağ mabetlerinde kullanılmamış teknikler kullanmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen Selimiye’de sekiz sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuş altı metre genişliğindeki kemerlerle bağlı kubbe oluşturmuştur. Sinan bu şekilde örttüğü iç mekâna verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlamıştır. Caminin içi İznik çini ve hatları ile süslenmiştir. Çinilerin bir kısmı Osmanlı Rus savaşında, Ruslar tarafından sökülerek Moskova’ya götürülmüştür.
Selimiye Camiindeki ters lale motifi ile ilgili birçok rivayet vardır. Bunlardan birisi “Caminin yapım yerinin bir kısmı bahçesinde laleleri olan bir kadına ait olduğudur. Cami yapımından önce yer sahibi olan kadınla konuşmaya giderler fakat arsayı vermekte ikna olmaz. Devlet isterse yeri alabilir ama cami yapılacağı için özellikle sahibin rızası alınmak istenmektedir. Kadın sonunda ikna olur ve yapılacak camide kendisinden bir iz olmasını ister.”
98 yaşında İstanbul’da hayata gözlerini kapatan, ardınca yüzlerce mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.
Ankara, Ekim 2022
Cengiz Emik