On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Çin ve Japonya'nın her ikisi de müdahaleci ve genişleyen batı ülkelerinin baskısıyla karşı karşıyaydı. Meiji (Aydın Hükümet) Restorasyonu bu zıtlığın merkezinde Japonya'nın reform yapmaya kararlı ve bunu uygulayabilen bir süreç olmuştur.
Meiji Restorasyonu Japonya için İngiliz ve Fransız devriminin sahip olduğu öneme sahiptir. Japonya için aydınlanmaya doğru büyük bir adım olmakla birlikte toplumsal gelişim açısından da önemliydi. Japonya’nın modern tarihin Meiji Restorasyonu ile başladığı söylenebilir.
Japonya’yı iki yüz elli yıldır Tokugawa ailesi yönetiyordu. Bu süre zarfında art arda on beş Tokugawa ailesinin üyeleri Şogun olarak görev yapıyordu. Japonya İmparatoru bir tür papalık gücüne sahipti. Avrupalılar eğer Tokugawa’nın gücü kırılabilirse büyük ölçüde feodal yapıya sahip olan yapı Konfüçyüsçü normlar üzerinde merkezi bir imparatorluğa dönüştürülerek modernleşmenin yolunun açılacağını düşünüyorlardı.
Meiji Dönemi'nin başlangıcı ve Japonya'nın modernleşme yolunun başlangıcı olarak kabul edilir. 16 yaşındaki imparator Mutsuhito'nun hükümdarlığı için dönemin Meiji adını seçmesiyle başlar. Bu dönem Tokugawa Shogunate'nin çöküşüyle Japonya feodal bir ulustan modern bir sanayi devletine dönüşür. Japonya bu dönemde parlamenter hükümet biçimi ve askeri güç olarak topraklarını genişletme çabasına girmiştir. Meiji rejimi ilk olarak Satsuma arasında bir ittifak olarak başladı. Tokugawa'nın devrilmesinde etkili olan Choshu Shogunate, Tosa ve Hizen’in desteğiyle Satsuma ve Choshu ulusal birliği sağlamak ve sürdürmek gibi zorlu bir görevle karşı karşıya kaldılar.
Ocak 1868'den Haziran 1869'da yeni Meiji hükümeti parçalanmış ülkeyi iç savaşa sürüklememek amacıyla muhalif güçlerle birlikte Tokugawa güçlerini yenilgiye uğratarak ülkede birliği sağladı. Eski şogunluk başkenti olan Edo’nun adı Tokyo olarak değiştirildi ve ülkenin başkenti olarak kabul edildi. Meiji hükümeti iktidara geldiğinde halkın daha iyi koşullarda yaşayacağı düzen, adalet ve eşitlik alanında düzenlemeler yapmak istiyordu. İmparator 6 Nisan 1868'de tüm meselelerle ilgilenecek meclislerin kurulacağını vaat eden Şart Yemininin kamuoyunda tartışılması ve feodal geleneklerin kaldırıldığını beyan eden bildiri yayınladı.
Meclis ve kamuya açık uygulamaları hayata geçirmek için girişimlerde bulunuldu. Şart Yemini'nde tartışmalardan bahsedildi. Ancak çok geçmeden rejim daha otoriter yapı haline geldi. Sosyal sınıflar arasındaki sınırlar yavaş yavaş bozuldu. Reformlar insan hakları ve dini özgürlüklerin yerleşmesine yol açtı.
Japonya, Avrupa tarzını temel alan ilk anayasasını 1889'da tanıttı. İmparator hükümdar olarak yerleştirilirken Diet adı verilen parlamento kuruldu. İmparator ordunun, donanmanın, yürütme ve yasama organlarının tepesinde yer alıyordu. Ayrıca danışman olarak görev yapan Devlet Konseyi (Genro) yönetiminde yürütme yetkisine sahipti. Ülkede henüz tam bir birlik sağlanamadığı için siyasi partiler henüz gerçek anlamda güç kazanamadı. Yeni hükümeti istikrara kavuşturmak için eski hükümet 1870 yılında feodal beylerin (Daimyo) topraklarını imparatora iade etmeleri gerekiyordu. Daimyo’nların üzerinde bulunan arazilerin hükümete iadesi ile arazi vergisi tahsilatının artmasına halkın kendi topraklarına sahip olmasına ve ülkenin yeniden yapılanmasına yol açtı.
1800’lerin ikinci yarısına doğru gelindiğinde Batı uygarlığının aydınlanma ve reform hareketleriyle sekülerleşme sürecine girmesi, Asya'ya olan politikasını da değiştirmiş, misyonerlik faaliyetleri yerini Asya'nın üretim ve yeraltı kaynaklarından nasıl faydalanılabileceği üzerine yoğunlaştırmıştı.
Çin ile tarihsel süreçte sürekli olarak çatışan ve denetim altına alamayan Batı uygarlığı (bilhassa İngiltere), gerek güçsüz yapısı ve Çin ile yapılacak ticaretteki elverişli konumu gerekse de zengin kömür yataklarının varlığı nedeniyle Japonya'ya ilgisini yöneltmişti.
Oysa Japonya'yı dışa açacak ülke Amerika olacaktı. Batı'ya nazaran ulusal birliğini yeni yeni oluşturan ve sömürgecilik yarışında geride kalan ABD, 1846 yılındaki Meksika Savaşı sonucu Kaliforniya'yı topraklarına katmasıyla yönünü Pasifik-Asya'ya çevirmişti ve Japonya'yı hedef almıştı.
1853 yılına gelindiğinde ABD Başkanı Filmore'un emriyle Mathew Perry komutasındaki “Black Ships” denilen 27 savaş gemisi Japonya'ya ulaştı ve Japonya'nın ABD ile ticarete açılmasını şart koşan tehdit dolu mektubu Japon İmparatorluğu'na iletti. Ayrıca İngiltere donanmalarıyla Japon kıyılarını tacize başlamıştı. İstekleri kabul etmek zorunda kalan Japonya bu olayla birlikte önce ABD ile Kanagava Antlaşması'yla sonrasında ise Batı ülkeleriyle yaptığı kapitülasyon niteliğinde anlaşmalarla ticarete açılarak Meiji restorasyonu olarak adlandırılan kendi modernleşme çağını başlattı.
1871 yılında dış dünyayı ve Batı medeniyetini gözlemlemek, modernleşme uygulamalarını yakından takip etmek, aynı zamanda Japonya ile yapılan kapitülasyon niteliğindeki eşitsiz antlaşmaları revize etmek ve yeni dünyayla ikili ilişkiler geliştirmek maksadıyla İmparator tarafından görevlendirilen Iwakura Tomomi başkanlığındaki diplomasi heyeti yola çıkmış, tüm dünyayı dolaşmış ve iki yıl süren seyahatin ardından büyük bir birikimle dönmüşlerdi. Heyet ülkeye döndükten sonra imparatora sunulacak olan rapor ancak dört yılda tamamlanabildi.
Rapor, Japonya'nın modernleşme sürecinde izlemesi gereken yol haritasını ortaya koymuş ve modernleşme sürecinin başında olan Japonya için büyük fayda sağlamıştır. Heyetin tek eksiği Japonya'yı ABD ve Batılı ülkeler karşısında zayıf konuma düşüren ve revize edilmesi amaçlanan kapitülasyon niteliğindeki antlaşmaların değiştirilememesidir.
Iwakura Heyetinin yaptığı çalışma Japon modernleşmesinin temel taşlarından biri olmuştur. Gittikleri ülkelerde yaptıkları gözlemlerle siyasi, ticari, ekonomik, teknolojik, sosyolojik tahliller yapmış eğitim sistemlerini incelemişlerdi. Batı’nın iyi yanlarından faydalanıp kötü yanlarına özenmeyerek köklü bir modernleşme safhasına girişmesine öncülük etmiştir. Öyle ki 45 yıl gibi devletler için kısa sayılabilecek bir zaman zarfında Japonya, bölgesinin ve hatta dünyanın önemli güçlerinden biri konumuma gelmiştir.
Raporun öne çıkan noktaları, Batı'nın bilim ve teknolojik uygulamaları alınırken kendi öz kültürlerinin muhafaza edilmesi gerektiği, ulaşım ağının ve yolların kalkınma açısından çok önemli olduğu ve Doğu-Batı toplumlarının karakteristik yapılarında görülen belirgin farklılıklar nedeniyle her ülkeye farklı yaklaşılması gerektiğiydi.
Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise; kapitalizmin ciddi şekilde gelir dağılımında sınıfsal olarak adaletsizliğe yol açtığıydı. Öyle ki Japon heyetin gözlemlerine göre zamanın gelişmiş ülkelerinden biri olan İngiltere'nin başkenti Londra'da zengin sınıfın ortalama yaşam süresi 35 yıl, orta sınıfın 23 yıl, alt sınıfın ise sadece 15 yıldı. Tüm bu bilgiler ışığında Japon aydınlar tarafından yol haritası belirlendi. Toplumun her kesimini içine alacak şekilde siyasal, sosyal, askeri ve ekonomik alanda kapsamlı düzenlemeler yapıldı.
İmparator raporda belirtilen hususların bir an önce uygulamaya koymaya başladı. Bu amaçla;
Ekonomik alanda; Japonya'nın sanayileşmesinde öncü olacak güçlü bir sermaye grubu yoktu. Bu sebeple devletçilik politikasıyla devlet destekli endüstrileşme hamleleri yapıldı. Merkez Bankası kurularak 1872 yılında Japon Yeni ilk kez tedavüle girdi. Ticaretin bölgesel değil ulusal bir nitelik kazanması amacıyla demiryolu ağı tüm ülkede yaygınlaştırıldı, böylece daimyo’ların (derebeylerin) ticari hâkimiyeti kırılarak serbest piyasa ortamı ve teşebbüs hürriyeti sağlanmış oldu. Serbest piyasa koşullarının oluşturulması ve girişimciliğin desteklenmesiyle 1885’de toplam 10 ve daha fazla kişi istihdam eden özel sektör fabrika sayısı 1900 rakamına ulaşmıştı.
Askeri alanda; ordu, büyük yapısal değişimin yaşandığı ilk alan oldu. Batılı tarzda ordu yapılanmasına geçildi. Bu alanda yabancı danışmanlar görevlendirildi. Donanma hızlı bir şekilde tekrar Japonya’daki en büyük askeri ölçekli organizasyon haline geldi. Devletin özel yatırımları ile ülkenin askeri genişlemesine yardımcı olmak üzere endüstri şirketleri kurulmaya başlandı. Bugün halen varlığını sürdüren Mitsubishi, Mitsui ve Sumitomo gibi.
Kültürel ve sosyal alanda; kölelik kaldırıldı, sınıfsal eşitlik sağlandı ve 1873'te kadınlara boşanma hakkı verildi. Aynı yıl kız çocukları için ilkokul ve liseler açıldı. Akabinde 1913'te üniversiteler açıldı. Toplumsal sınıfların olmadığı çağdaş ve birlik içerisinde bir ulus ideali kuran Japonya'nın kültürel modernleşme uygulamaları reformcular tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Bugün Japon selamı olarak bildiğimiz, ayakta eğilmek, reformcuların Japonlara öğrettiği Avrupalıları selamlama usulüdür. Japon uygarlığı için modernlik ve çağdaşlaşma her alanda çeşitli reformlarla hayata geçirilirken kılık kıyafet düzenlemesini es geçmek doğru olmazdı. Nitekim geleneksel giyimden hatta Japonların geleneksel saç şekillerinden bile vazgeçildi. Askeri sınıf olan samurayların topuz şeklindeki "çommage" denilen saç modelleri yerini "cangiri" denilen Avrupalı askerlerin klasik subay tıraşına bıraktı. Kadınların ise yine topuz şeklinde biçimlendirilmiş geleneksel saç stili yerini Avrupalı kadınların etrafa rahatça saldığı bukleli ve dalgalı saçlara bıraktı. Bu uygulama da geleneksel Japon kadını imajını zedelediği ve hatta kadınları hafif gösterdiği için çokça tartışıldı
Eğitim alanında; Japon modernleşmesinin en önemli ayaklarından biri milli eğitim sisteminin getirilmesiydi. Sınıfsız bütüncül bir ulus yaratmak isteyen Meiji dönemi aydınları, temel eğitimin rolünün farkındaydı. "Terekoya" denilen eğitim sisteminde erkek çocuklarının %50'si, kız çocuklarının ise %15'i tapınaklarda eğitim görürken, bu oran %95'e çıkarıldı. Tokyo İmparatorluk Üniversitesi'nde okuyan öğrencilerin %75'i aristokrat sınıfına mensup ailelerin çocukları, %25'i ise işçi sınıfı ailelere mensup iken bu oran işçi sınıfı lehine %48'e çıkarılarak sınıfsal eşitsizlikten doğan fark büyük ölçüde kapatıldı. Öte yandan Latin alfabesine geçme fikrini ortaya atanlar olsa da öz kültürün muhafaza edilmesi amacıyla geleneksel Japon alfabesi kullanılmaya devam edildi.
Adalardan oluşan Japonya, Türkiye'nin yüz ölçümünün yarısı kadar bir alana sahiptir. Dağlık bir coğrafyaya sahip olan Japonya'nın topraklarının sadece % 20’si tarıma uygundur. Japonya bu dezavantajlara sahip olmasının yanında yüzyıllardır dışa kapalı ve güçsüz bir ülke konumunda iken Meiji dönemiyle birlikte yaklaşık 45 yıl içerisinde dünyanın güçlü devletleri arasına yükseleceği bir modernleşme sürecini başlatmış ve başarıyla bu süreci tamamlamıştır. İmparator Mutsuhito 1912 yılında vefat etmiş, 16 yaşında tahta çıkmasına rağmen geride Batı'yla denk güçlü bir ekonomi, dünya devletlerine denk gelişmiş bir ordu ve sanayi bırakmıştır. İlginç olan ise; Japonya’nın Batı tipi modernleşmesinin Batı’ya karşı bir zaferle değil aksine Batılı kapitalist güçlerin baskıları ve yenilgi sayılabilecek kapitülasyon niteliğindeki antlaşmalarıyla başlamasıdır. Güçsüz Japonya, güçlü devletlere boyun eğmiş ve kendi isteğiyle değil zoraki koşullarda modernleşme yoluna gitmiştir.
Japon modernleşmesini Batılı örneklerinden ayrıştıran diğer husus, Japonya’nın tarih boyunca Şogunluk dönemindeki dışa kapalı ekonomisiyle kapitalist güçlerin iç piyasaya müdahalesine izin vermemiş olması ve modernleşme sürecini de Avrupa’nın aksine liberal ekonomik ilkeleri gözeterek değil devletçilik ilkesini esas alarak gerçekleştirmesidir. Keza Batılı ülkelerin aksine Japonya’da modernleşme sürecinde destek olacak herhangi bir sermaye sınıfı yoktur.
Japon modernleşmesinin başarıya ulaşmasında kilit rol oynayan üç temel olgu vardır. Bunlar sırasıyla; milliyetçilik, geleneksel değerlere atfedilen önem, Japon milletinin karakteristiğinde var olan çalışkanlık, özveri ve disiplindir.
Japon milliyetçiliği modern bir ulus yaratılmasında kilit bir öneme sahiptir. Şintoizm, Budizm gibi inançların çoğunlukta olduğu ülkede din olgusu, katı ve kesin kurallar barındıran ilahi emirler bütünü değil felsefi ve yeniliklere açık bir öğreti niteliğindedir. Bu sebeple Japonluk kimliği ve aidiyeti, günümüzde de bir Japon vatandaşı için inançtan önde gelmektedir. Nitekim Japon aydınları, ülkenin Batı’ya karşı güçsüzlüğünü kabul ederek geri kalmışlığa son verilmesi için çabalamış "Vakon Yosair - Japon Ruhu ve Batı İlmi" sloganını ortaya atarak Japonluk kimliğine vurgu yapmış ve “öz kültürlerini muhafaza eden” bir dönüşüm sürecine girmişlerdir. Bu bağlamda İmparatorluk makamının tarihsel değeri toplumda muhafaza edilmiş, geleneksel Japon alfabesi değiştirilmemiş, Batı’nın modern uygulamaları öz kültürlerine zarar vermeyecek şekilde belirli ölçülerle hayata geçirilmiştir.
Milli eğitim sistemiyle de sınıfsal farklılıklar kapatılmış ve ulus bilinci yaratılmıştır. Japonların modernleşmeyi öz kültürlerini asimile ederek değil koruyarak uygulayabilmesi modernleşmede başarıyı getirmiştir. Güçlü milli duygulara sahip Japonlar, belki de sırf bu sebepten milliyetçi-militarist ideolojiyle hareket ederek II. Dünya Savaşı'na dâhil olmuş ve büyük bir yenilgiye uğramışlardır. Yine de Japonların milliyetçilik anlayışları imdatlarına yetişmiş, savaş sonrası biten ekonomi ve ölen 3 milyon insanına rağmen Japon halkının karakteristiğinde var olan aidiyet duygusu, disiplin ve çalışkanlığın etkisiyle ülke kısa sürede tekrar güç kazanarak yeniden Japon Mucizesini gerçekleştirmiştir.
Yararlanılan Diğer Kaynaklar:
Bahadır Gönül: Japonya’nın Modernleşme Süreci ve Meiji Restorasyonu
Hasan Fatih Seval: Japon Kalkınmasının Temel Taşı: Meiji Restorasyonu ve Iwakura Heyeti
A.Zeki Velidi Togan: Asya Tarihi (108-111)
Cengiz Emik
Ankara, Ekim 2023