Tasavvufi Düşüncenin Esasları (Ahî Evren)  Mikâil Bayram

Hayallerini gerçeklestir

Tasavvufi Düşüncenin Esasları (Ahî Evren)  Mikâil Bayram

Anadolu Selçukluları devrinin en güçlü ve çok yönlü fikir ve eylem adamlarından biri olan Ahî Evren (Şeyh Nasîrüddin Mahmûd), Ahî teşkilatının kurucusu olarak da bilinmektedir. Onun şahsiyeti, ilmi ve fikri yönü asırlarca meçhul kaldığı gibi eserleri de hayatı ile birlikte tarihin kararlıklarında unutulmaya mahkûm edilmiştir. Bunun en önemli sebebi Anadolu’da uzun süre devam eden Moğol iktidarının yarattığı ve sürdürdüğü ağır siyasi fikri baskıdır. İşte bu şiddetli baskı Ahî Evren’i unutulmaya mahkûm ettiği gibi, eserlerinden bazılarının anonim eserler olarak mahdut nüshalar halinde kalmasına veya başka yazarlara mal edilerek günümüze kadar gelmesine sebep olmuştur.

Oğuz Türklerinin XI. yüzyılda başlayan batıya göç hareketi, Türk devlet adamları ve aydınlar tarafından Bizans topraklarına, yani Anadolu’ya yönlendirilmiş ve böylece Anadolu Oğuzların durağı olmuştur. Anadolu’ya gelen Türkler tamamen göçebe olmayıp aralarında yerleşik hayata alışık, kültürlü insanlarda vardı. Anadolu’ya gelindiği zaman yerleşik hayata alışık olanlar şehirlere yerleşmeyi tercih ediyorlardı. Fakat büyük bir ekseriyeti göçebe olan bu Türkmenler, kopup geldikleri Orta Asya bozkırlarına benzediği için Orta Anadolu’nun bozkırlarında yaşamayı otlak ve yaylak olarak buraları kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu yüzden Orta Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması daha hızlı bir tempo ile seyretmekteydi. Fakat şehirlerde Türkleşme ve İslamlaşma olayı daha yavaş bir gelişme gösteriyordu. Göçebelerin veya köy hayatına alışmış insanların şehirlere yerleşebilmeleri veya yerleşik hayata geçişlerini sağlamak için bugün de geçerliğini koruyan ilk şart, onları bir iş ve meslek sahibi kılmaktır. İşte Ahi teşkilatının kuruluş gayelerinden biri de Türkmenleri iş ve meslek sahibi yaparak onların yerleşik hayata geçişlerini sağlamak olmuştur. Bu teşkilat vasıtası ile hem sanatın topluma benimsetilmesi hem de toplumun sanatın nimetlerinden yararlandırılması sağlanmış oluyordu.

Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilişini takip eden üç asır içinde, Anadolu’yu yeniden imar eden, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında emeği geçen birçok fikir adamı, şair mutasavvıf, sanatkâr ve devlet adamının adı sanı unutulmuş, birçoklarının da sadece adı ve menkıbeleşmiş şahsiyetlerden bazı izler ve hikâyeler günümüze kadar gelmiştir. Anadolu’nun kültürel mimarları diyebileceğimiz bu kahramanların hatırası hala Anadolu insanının hafızasında yaşamakta ve hatıraları saygıyla yâd edilip titizlikle muhafaza edilmektedir. Bu dönemde Anadolu’yu imar eden bu fikir adamları, Türkmen halkın rehberleri olmuş, muhtelif sosyal ve kültürel teşkilatlar da kurmuşlardır. Bu sosyal ve kültürel teşkilatlar sayesinde Anadolu, kültürel bakımdan imar edilmiştir. Ahilik de bu teşkilatlardan biridir. Ahi teşkilatı Anadolu Selçuklu devrinin en önemli sosyoekonomik ve hatta sosyopolitik olaylarından biridir.

Anadolu Türk tarihinin en az bilinen devri olan Anadolu Selçukluları zamanında yaşayan bu kahramanlardan biri de Ahî teşkilatının kurucusu debbağların (dericilerin) piri olan Ahî Evren’dir. Eski metinlerde Ahi Evren “Pir-i piran” “Ahi-i devran” “Sultan” gibi birtakım sıfatlarla anılmaktadır. Eskilerin seçili söz söyleme zevki “Evren” kelimesinin “Evran” şeklinde imla edilmesine sebep olmuştur.

Ahi teşkilatı gibi milli bir kuruluşun baş mimarı olması bakımından bu kuruluşu gereği gibi tanıyabilmek, Türk kültür tarihindeki yerini ve önemini kavrayabilmek, daha önemlisi bu kuruluşun üzerine oturduğu fikri ve ilmi temelleri tespit edebilmek büyük ölçüde Ahî Evren’in gerçek kişiliğini, ilmi, fikri, siyasi ve sosyal görüş ve düşünüşünü ahlaki anlayışını bilmeye bağlıdır. Ahilik, cömertlik mesleği olması itibariyle elinin emeği ile geçinme ve başkasına yedirme ülküsüdür.

Türk fütüvvet hareketi diyebileceğimiz Ahilik, dini ve siyasi bakımdan Abbasi Halifesi en-Nasır-Lidinillah’ın kurduğu Fütüvet teşkilatına bağlı olarak kurulmuştur. Fütüvveti Türk ve İslam dünyasındaki kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik ülküsü olarak tarif edebiliriz. Bu hareket İslam dünyasının hiçbir yerinde görülmeyen biçimde gelişme göstererek Ahi teşkilatı değdiğimiz Türklere has bir kuruluş haline gelmiştir. Türk kültür ve zevkinin, Ortaçağ İslam fütüvveti, töre ve gelenekleriyle beslenmesi ve Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu’daki sosyal, kültürel, sınai, ticari ve siyasi şartların etkisiyle teşekkül etmiş ve gelişmiştir.

34. Abbasi Halifesi İslam dünyasındaki dağınık dini ve siyasi birlikler halinde bulunan fütüvvet hareketini, yeniden organize ederek kendi zamanındaki Müslüman devlet adamlarına da mektup ve elçiler göndererek kurmuş olduğu teşkilata katılmalarını talep etmiştir. 1204 yılında ikinci defa Anadolu Selçukluları Devletinde tahta çıkan 1. Gıyasettin Keyhusrev, hocası Şeyh Mecdüddin İshak’ı halifeye göndererek onunla siyasi ve kültürel ilişkiler içine girdi. Ertesi yıl Bağdat’tan dönen İshak, bu kültürel ilişkinin sonucu olarak beraberinde Fütüvvet teşkilatına mensup bazı şeyh, ilim ve fikir adamlarını Anadolu’ya davet etmiştir. Ahi Evren, Ebu Cafer Muhammed, Arapgirli Şeyh Hasan Onar, Ebü’l Hasan Ali bunlardan birkaçıdır. Hocası Evhadüddin ile birlikte Kayseri’ye yerleşen Ahi Evren, ilk olarak burada Ahi teşkilatını kurdu. Bu konuda devletin himaye ve desteği ile sanatkârların sanatlarını icra etmeleri için bir sanayi sitesi inşa edilmişti. Ahi Evren, sanatkârların lideri olarak bu sanayi sitesinde hizmet vermeye başlamıştır. Bu yüzden tarih boyunca dericilerin piri ve 32 çeşit sanatkâr zümresinin lideri olarak kabul edilmiştir.

1227 yılından sonra Sultan 1. Alaeddin Keykubad’ın isteği doğrultusunda Konya’ya yerleşen Ahi Evren, burada hem sanatı icra etmiş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Sultan Alaeddin’den azami desteği ve himayeyi gören Ahi Evren, sultan adına bazı eserlerde kaleme almıştır.

1243 yılında Baycu Noyan tarafından idare edilen Moğol Ordusunun Anadolu’yu işgali ve Kösedağ yenilgisi sonucunda Moğol Ordusu önce Sivas’a daha sonra Kayseri’ye girdiklerinde şehri yıkıp yağmalayıp içlerinde Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı da bulunduğu binlerce insanı esir aldılar. Bu olaylardan sonra merkezi Kayseri olan Ahi ve Bacı teşkilatı dağıldıktan sonra Kırşehir’de himaye edilmeye başlanmıştır.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1245 yılında ölümünden sonra saltanat naipliğine getirilen Celalettin Karatay, tutuklanmış olan Ahi ve Türkmen ileri gelenlerini serbest bıraktı. Sultan II. İzzettin Keykuvas, Denizli’ye gitmiş olan Ahi Evren’i Konya’ya getirmesi için Sadreddin Konevi’yi Denizli’ye göndermiştir. Ahi Evren, Denizli’den döndükten sonra Mevlana’nın hocası Şems-i Tebrizi 1247 yılında Ahi Evren ve çevresindekiler tarafından öldürülmesi çok ciddi ve önemli sebeplere dayanmaktadır. Şüphesiz Şems’in Ahiler tarafından öldürülmesi Mevlana ve çevresi ile Ahiler arasındaki gerginliği had safhaya ulaştırmıştır. Bu durumda devlet adamları asayiş ve emniyeti sağlamak amacıyla Ahi Evren’i Konya’dan uzaklaştırarak olayların büyümesini önlemeye çalışmışlardır.

Şems’in öldürülmesi olayında aktif rol alan Ahi Evren ile Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi bu olaydan sonra Kırşehir’e yerleşmişlerdir. Ahi Evren, Kırşehir’de Emir Seyfeddin Tuğrul tarafından himaye edilmiştir. Kırşehir’de örgütlenen Ahiler Kayseri’dekinden daha zayıf bir yapıya sahiptiler. Ahi Evren’in 1247 yılını takip eden 14 yılı Kırşehir’de geçmiştir.

Moğollardan destek gören IV. Rükneddin Kılıçaslan 1260 yılında Konya’da tahta geçtiğinde Denizli, Karaman, Çankırı, Ankara, Kırşehir, Aksaray ve Anadolu’nun birçok yerinde iktidara karşı ayaklanmalar başladı. Bu ayaklanmalar üzerine Moğol yanlısı iktidar kendisine karşı olan Türkmen ve Ahilere karşı mücadele için görevlendirilen komutan ve askerlerle bu isyanları bastırmaya çalışmıştır. Ahi Evren ve Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi ve daha birçok Ahi Nisan 1261’de yaşanan olaylar sırasında öldürülmüştür.

Ahi Evren’in iman ve İslam dini esaslarını Şafii mezhebine göre anlatan “Menahic-İ Seyfi”, genel olarak itikadı ve tasavvufi konuları ihtiva eden “Metaliü’l-İman” ve Allah’ın birliği, sıfat ve fiilleri ile peygamberlik ve mead meselelerini konu edinen “Tebsıra” eserleri gibi 20’ye yakın eseri tespit edilmiştir.

Milli bir kültür kurumu olan Ahilik, Türk milletinin sosyal dayanışma içerisinde, güzel bir eğitimle topluma faydalı meslek erbabı yetiştirmektedir. Sanat ve zanaatı bilimsel ve ahlaki kurallara göre öğrenen ahiler, Ahilik teşkilatının felsefesi gereği insanı tam olarak merkeze koyar ve insan ve toplum için çalışır. Kısaca Ahilik ‘’İnanıştır, Yaratıdır, İştir. Akıl, Bilim, Ahlak ve Çalışmadır.” Siyasi, sosyal, kültürel, felsefi ve ahlaki yönü çok güçlü olan Ahilik teşkilatı Anadolu’nun Türkleşmesine katkı sunarken insanı merkeze alan meslek erbaplarının mesleki ve ahlaki gelişimine de önem vermiştir. Ortaya çıkan kendine özgü dinamikleri Anadolu insanın yaşam felsefesine uymuş ve toplum her yönden gelişmesi ve kalkınmasına olumlu etkileri olmuştur.

                                                                                                                            Ankara, Ekim 2023                                                                                                                                                  Cengiz Emik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir