Josip Boriz Tito  (Neil Barnett)

Hayallerini gerçeklestir

Josip Boriz Tito  (Neil Barnett)

Josip Broz Tito'nun doğup büyüdüğü Kumrovec köyündeki evi müzedir. Tito, komünist devrime öncülük

etmenin yanında Yugoslavya’yı işgal eden Almanya ve İtalya’ya karşı partizan direniş örgütünü yöneterek çok uluslu bir devletin oluşmasındaki en etkili liderdir. Stalin ve Batı’ya karşı izlediği denge politikalarıyla ülkesini uzun yıllar istikrarlı bir şekilde yönetti.

Balkan yarımadasının batı kısmında yer alan ve bugün Yugoslavya, dağılma sürecinden sonra Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova eyaletlerinden oluşan bir devletti.

Müslüman Osmanlı’nın Viyana kapılarına kadar gelmesi Avrupalılar için endişe kaynağıydı. Balkan Hıristiyanları Türklerin yönetimi altında yaşıyorlardı. Yarımada Avrupa için Hıristiyanlığın surlarını oluşturuyordu. Etnik ve dini köken çeşitliliğinin çok fazla olduğu bu bölgede Türklerin yönetimi altında olmak, bazı gruplar açısından diğerleri göre daha az sorun teşkil ediyordu. Osmanlı’daki “millet” sistemi imparatorluk çapında farklı din ve milliyete sahip topluluklara tanınan ayrıcalıklar sayesinde ulus devletlere olan ihtiyacı azaltıyordu.

1804 yılında yaşanan Sırp isyanı sonucunda Sırplara yerel vergi toplama hakları verildi. Yüzyıl ilerledikçe zayıflığı daha da belirginleşen Osmanlı İmparatorluğu 1878 Berlin Konferansında büyük güçler tarafından zayıf bir Osmanlı İmparatorluğu oluşturularak Osmanlı’nın Balkan topraklarından çıkarılması hedeflenmiştir. Bu konferans sonucunda Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Yunanistan ulus devlet haline geldi. Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Novi Pazar Sancağı, Yunanistan’ın kuzeyi ve Bulgaristan’ın güneyi Osmanlıların elinde kaldı. Bulgaristan Türklerin yönetimi altında beylik haline getirildi. Moldova, Rusya’ya kalırken, Hırvatistan, Slovenya, Bosna Hersek, Voyvodina ve Transilvanya Hasburg bölgesi olarak kaldı.

       Ulus devletler, emperyalist büyük güçlerin çıkarlarına hizmet ediyordu. Balkanlar bir satranç tahtasına benziyordu. Avusturya-Macaristan, Türkleri topraklarından attılar ancak kırılgan Slav topraklarındaki sorumluluklarını büyük ölçüde yerine getiremediler. Rusya Karadeniz-Akdeniz koridoru üzerinde büyük ölçüde nüfuz elde etmiş ve imrendiği sıcak sulara erişiminin Prusya tarafından güvence altına alındığına inanıyordu. Balkan halklarına ve onların ulusal kimliklerine çok az ilgi gösterildi. Sırp milliyetçileri gözlerini Bosna’ya diktiklerinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı ilhak etti. 28 Haziran 1914’te Sırp çete üyesi Gavrilo Princip’in Saraybosna’da Arşidük Franz Ferdinand’a yaptığı suikasttan sonra Almanya tarafından desteklenen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’ı işgal tehdidi sonucunda, Rusya tarafından desteklenen Sırbistan’a Fransa ve Britanya’da destek vermesiyle Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.

Tito, Avusturya-Macaristan ordusunda asker olarak savaştığında Dinyester’de esir alınınca kendini Bolşevik devriminin ortasında buldu. 1919 Versailles Konferansında Balkan sınırları bir kez daha yeniden çizildi. Genel olarak on dört maddelik Woodrow Wilson'un görüşlerini yansıtan antlaşmada ülkelerin kendi kaderini tayini kısmen ve gelişigüzel oldu. Üstelik Balkanlar’da kendi kaderini tayin etmeye uygun hangi devlet olabilirdi ki. Geleceğe yönelik olarak gruplar arasındaki çekişmelerin olması kaçınılmazdı.

Sırplar; Hırvat Krallığı, Slovenya, Bosna-Hersek, Voyvodina, Karadağ, Vardar ve Makedonya’yı da içine alan Büyük Sırbistan’ı kurguladılar. Sırpların dayattığı orta derecede baskıcı bir monarşinin hüküm sürdüğü federalizmdi. 1929 yılında yaşanan kanlı olaylardan sonra Kral Aleksander, Sırp-Hırvat parlamento ilişkilerinde gerileme olduğunu iddia ederek Yugoslavya’yı diktatörlükle yürütmeye başladığında Hırvat milliyetçi grubu Ustaše, Pavelić önderliğinde Yugoslavya’nın parçalanmasını ve Hırvatların kendi ulus devletini kurması gerektiğini söylüyorlardı.

1934’te Kral Aleksander Marsilya’da Ustaše örgütü tarafından öldürüldüğünde Pavelić ve Mussolini Yugoslavya’nın parçalanacağını umuyordu. Ancak umulan olmadı. Aleksander’in yerine Hitler’le sıcak ilişkilere sahip olan Prens Pavle geçti. Hitler’in umduğu gibi Prens Pavle 25 Mart 1941’de Mihver güçlerine katıldıktan iki gün sonra hükümet devrildi ve Kral Peter’in liderliğinde yeni hükümet kuruldu. İki haftadan daha az bir zamanda Almanlar Yugoslavya’yı işgal ettiler. Nazilerin işgaline direnmek amacıyla iki hareket ortaya çıktı. Bunlar, Nazi ve onların müttefikleriyle işbirliği yapan Četnikler ve işgale karşı direnen Tito’nun komünist Partizanları. İki grup çok geçmeden birbirleri düşman olarak görmeye başladılar. Partizanlar direnişlerinde o kadar başarılıydılar ki daha önce Četnikler’i destekleyen Churchill, Partizanları destek vermeye başladı.

1945’te Almanlar kıtayı baştanbaşa işgal ederken Tito kendini Yugoslavya’nın hükümdarı olarak buldu. Tito iki savaş arası Yugoslavya’nın hatalarından yola çıkarak Sırbistan, Karadağ, Bosna ve Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya’dan oluşan federe cumhuriyet kurdu. Bu cumhuriyet içerisinde Kosova ve Voyvodina’ya özerk eyalet statüsü verildi. Tito, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya’dan farklı olarak daha bağımsız bir çizgiyi takip eden Yugoslavya’ya liderlik etti. Tito’nun takip ettiği çizgi Stalin’i o kadar rahatsız etti ki 1948 yılında SSCB, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya komünist partileri liderlerini bir araya getiren Kominform’dan ihraç edildi.

Batı ile ilişkileri de soğuk olan ülke iki blok arasında sıkışmış görünüyordu. Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra Tito’nun savaş zamanındaki destekçisi Britanya ve onun uzantısı ABD ile ilişkileri ısınmaya başlamıştı. Kruşçev, Tito'ya uzlaşma teklif ettiğinde durum değişti. Yugoslavya yeni ve potansiyel olarak avantajlı konumda olduğu açıktı. Komünist olmasına rağmen ülke Soğuk Savaş’ın iki kampında da değildi. 1961 yılında pozisyonu daha da netleşti ve Bağlantısızlar Hareketi’ni başlatmasıyla dünya siyasetine üçüncü bir boyut katıyordu. Ekonomide olduğu gibi yurt içinde liberalleşme hareketleri kesintilerle ilerledi. Diğer komünist ülkelere göre en iyi yaşam koşulları ve özgürlüğe sahip ülkeydi. Her ne kadar Tito, diktatör olarak görülse de halk tarafından oldukça seviliyordu. Yapılan anketler gösteriyordu ki seçimlere gitse muhtemelen kazanırdı.

Herkes Yugoslavya’yı Sırbistan’ın artığı olarak görüyordu. Ancak Hırvat milliyetçiliği sorunu Slovenya’da olduğu gibi devam ediyordu. Tito, Sırp milliyetçiliğini sınırlamaya çalıştıysa da bu diğer ulusal grupları tatmin etmedi.

Broz ailesi muhafazakâr, ataerkil ve geleneklere bağlı bir köylü ailesiydi. Babası Franjo Hırvat, annesi Marija ise Slovendi. Josip, on beş çocuğun yedincisiydi ve yedi çocuk hayatta kalmıştı. Oldukça zorlu bir hayata sahip Broz ailesinin borçları artması nedeniyle azalan ve sonunda on beş dönüm arazi aliye geçindiremez olmuştu. Bu durumda babası kendisini içkiye vermiş ailenin yükü annenin üzerinde kalmıştı. Babası borç sorununun sorumlusu olarak Deutsch ve Grünwald bankalarını suçluyordu. Bankalar Erdödy malikânesini satın almış ve parselleri Franjo gibi köylülere satmıştı. Babası Avusturya-Macaristan yönetimine karşı oldukça kızgındı.

Josip 1900 yılında henüz yedi yaşındayken hem çiftlikçe çalışıyor hem de ilkokula gidiyordu. On iki yaşına geldiğinde okulu bırakıp inek çobanı olarak kendi şirketinde tam zamanlı olarak çalışmaya başladı. Bu iş iyi maaşlı bir iş değildi. Üç yıl sonra Josip şehirden 90 kilometre uzaktaki Sisak kasabasında garson olarak çalışmaya başladı. Kendisinin de söylediği gibi garson üniforması ve yiyecek içecek çekici olmasına rağmen iş tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. Bu yüzden çilingir olarak haftada iki kez gittiği çıraklık okuluna yazıldı. Burada kendisine yiyecek ve kalacak yer verildi. On sekiz yaşında Zagreb’e metal fabrikasında çalışmaya gitti. Burada Metal İşçileri Sendikasına üye oldu ayrıca düşük ücretlere karşı yürüyüşleri katıldı.

Ancak iki ay sonra köyüne dündü. Kumrovec'te kalışı kısa sürdü ve kısa süre sonra iş bulmak için oradan ayrıldı. Ljubljana’da da iş bulamayınca şansını 60 kilometre uzaktaki Trieste limanında denemeye karar verdi. Burada da umduğunu bulamayınca tekrar Zagreb’de Knaus isimli bir tamircinin yanında iş buldu. Ancak bu işte uzun süreli olmadı. Tekrar Ljubljana'ya doğru yola çıktı. Almanca ve Çekçe öğreneceği yarı gezici tamirci olarak Avrupa ülkelerinde yeteneğini geliştirme başladı. Slovenya Kamnik metal fabrikasında, Pilsen’de ve Mannheim’de bulunan Daimler-Benz gibi fabrikalarda çalıştığı dönemler kendisine olan Bu güveninin yanında ufkunu da genişletti. 

Josip’in küçük kardeşi Martin Avusturya'da Wiener Neustadt'taki tren istasyonunda çalışıyordu. Martin ağabeyini buraya davet etti. Josip, Neustadt'da Daimler-Benz otomobil fabrikasında test sürücüsü olarak iş bulup buraya taşındı. Josip kardeşiyle birlikte oldukça mutlu bir dönem geçirdi. Burada eskrim yapmayı, dans etmeyi öğrendi. Bu mutluluğu çok uzun sürmedi. Yirmi yaşındayken 1913’te Zagreb’deki Avusturya-Macaristan ordusuna çağrıldı. Taşrada yetişme tarzı ve pratik yetenekleriyle ideal bir askerdi. Henüz yirmi bir yaşındayken kıdemli çavuş olmuştu. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken Sljeme dağlarında kayak yapmayı öğrendi ve Budapeşte’de yapılan ordu eskrim şampiyonasında ikinci oldu. 1914’ün sonlarında Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilan etmesinin ardından Josip’in birliğinin görevi Karpatlardan ilerleyen Rusların Budapeşte’ye ulaşmasını engellemekti. Sol eğilimlerine rağmen Lenin’in komünistlere savaşmama çağrılarına kulak asmadı. Ancak savaşa karşıydı ve bu konuda yaptığı propagandalar sonucunda tutuklanarak Belgrad’ın Novi Sad’daki Petrovaradin kalesinde günlerce hapis yattı. Daha sonra bir asker arkadaşının kefil olmasıyla serbest bırakıldı. Tekrar yoğun çatışmaların yaşandığı soğuk Karpat cephesine gönderildi. Kendisine keşif müfrezesinde istihbarat görevi verildi. Bu görev kendisine liderliği, gizliliği ve saha uzmanlığını öğretti.

1915 Paskalya sabahı Dinyester nehri üzerinde birliği Ruslar tarafından bozguna uğratıldığında bıçakla yaralanmış ve baygın haldeyken öldürülmekten son anda kurtulmuştu. Savaş esiri olarak ağır yaralı Sibirya'nın Shvishk kasabasındaki bir manastıra götürüldü. Bıçak yarasının üzerine birde zatürre ve tifüse yakalandı. Yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Rusça öğrenmeye ve Rus edebiyatını okumaya başladı. Daha sonra demiryolu hatlarında çalışmak üzere Kungur’daki esir kampına gönderildi. Esir kampında 400 mahkûmun sorumluğu verildi. Takip eden günlerde diğer mahkûmlardan defalarca dayak yedi. Esir kampındayken uzaktan “Kahrolsun Çar” sesleri duyuluyordu. Bolşevik devriminin gerçekleştiği Çarın devrildiğini duyan Kangur’lu işçiler mahkûmları serbest bırakmak için geldiler. Bu kargaşalıkta Josip Saint Petersburg’a kaçmayı başardı. Bolşevik işçiler geçici hükümetin gitmesi için yapılan gösteriye Josip’te katılmıştı. Göstericilerin üzerine açılan yaylım ateşi arasında kaldı. Rusya’dan Finlandi’ya kaçmaya çalışırken yakalandı ve Peter Paul zindanına atıldı ve üç hafta sonra Sibirya’ya Kungur’a doğru giden trene bindirildi. Aktarma sırasında başka bir trene geçerek Omsk’a gitti. Broz Omsk’tayken Rusya iç savaşa sürüklendi. Bu kargaşadan yararlanan Josip Omsk yakınlarındaki kırsal bölgeye gitti. Kırgız şefi Hacı İsaj Djaksembayev Kağan onu değirmende mühendis olarak işe aldı ve Ruslardan sakladı. Josip, Kırgızların yanındayken 1918 yılında Almanya’nın Kaiser’inin yerine sosyal demokrat bir hükümet geldi ve savaş fiilen sona erdi.

1 Aralık 1918’de Prens Naibi Aleksander Karadjordjević'in yönetimi altında sınırları belli olmayan Hırvat ve Sloven Krallığı ilan edildi. 18 Ocak 1919 tarihinde başlayan Paris Konferansında Balkan sınırları yeniden çiziliyordu. Macaristan ve Osmanlı’nın bu savaşta kaybettiği topraklar komşularının kazancı oldu. Müttefiklerin safında savaşan ve büyük kayıplara uğrayan Sırplara İngilizlerin desteği ile ülke statüsü verildi. Bu durum Hırvatlar, Slovenler, Karadağlılar, Makedonlar ve Kosovalı Arnavutlar tarafından kabul edilebilir bir durum değildi ve felaket kapıdaydı.

1919’da Josip Omsk’ta tanıştığı kız arkadaşı Polka’yı bulmak için Omsk’a gitti. Polka’yı bulduğunda ailesi ile görüştü ve Ortodoks töreniyle evlendi ve tekrar Kumrovec’e döndüğünde annesinin öldüğünü öğrendi. Savaş sonrası ekonomi çok kötü durumdaydı. Bulabildiği kısa süreli işlerde çalıştı. Polka hamileydi sonunda Zagreb’in doğusundaki Veliko Trojstvo'da bir un değirmeninde yöneticilik işi buldu. İşvereni Samuel Polack Yahudi’ydi ve Josip ile ilişkileri çok iyiydi. Dört yıl boyunca burada kaldı.

Radikal milliyetçi Nikola Pašić liderliğindeki yeni monarşi başından beri sertleşmiş ve yozlaşmıştı. Sırp olmayanlara karşı şiddet hareketleri başlamıştı. İş koşulları oldukça ağırdı. İşveren fabrika kapılarında mümkün olduğu kadar işsiz bulundurarak işçileri günde on altı saate kadar çalıştırıyordu. Josip’in daha önceki iş deneyimleri sonucunda işten atılması işverenlerin ve gizli polisin dikkatini çekiyordu. 1927’de Zagreb’deki Metal İşçileri Sendikası Sekreteri olarak atandığında dikkatler daha da yoğunlaşmıştı. Günler sonra gizli polisin sendika büroları baskını sonucu Kraljevica'dayken bir devrim planlamakla suçlandı hapse atıldı. Hapishanedeyken çoğu adi suçlu olan arkadaşlarını radikalleştirmekle meşguldü. Hapishanedeyken açlık grevine başladı. Komünist broşürlerini dağıttığı iddiası dayanaktan yoksun bulunduğundan serbest bırakıldı. Zagreb’e döndüğünde sendika çalışmalarına devam etti ve sendika başkanlığı görevini üstlendi. Ekonomi kötüleştikçe polis komünistlere karşı daha sert saldırmaya başladı. Josip’in görüşleri Moskova’da yankı buldu. Yugoslav milliyetlerini birleştirmek için Moskova’nın isteklerine itaat ederek krallığa karşı açıkça konuşuyordu. 1928’de Komünist Parti Zagreb Şube Sekreteri seçildi.

Aynı yıl komünizm propagandası yapmaktan tutuklandı ve beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapishanede kitaplara erişebiliyordu ayrıca akıl hocası Yahudi entelektüel Moša Pijade ile tartışmalar yapıyordu. Hapishanedeyken bir çocuğu daha olmuştu. Ancak beş çocuğundan sadece Žarko hayatta kalmıştı.

O hapisteyken ülke büyük bir değişim yaşadı. 6 Ocak 1929’da Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı yıkılmış yerine Yugoslavya adında devlet doğmuştu. Vidovdan anayasası Parlamento gibi askıya alınmış, tüm siyasi partiler yasaklanmış ve her alanda ağır sansürler uygulanmaya başlamıştı. Sırp ağırlıklı polis güçleri gittikçe güç kaybediyor Belgrad yönetimini sürdürmek için özellikle Hırvat milliyetçilerine ve komünistlere karşı şiddete ve işkenceye başvuruyorlardı. Josip’in gelecekteki en yakın iki ismi Edvard Kardelj ve Aleksander Ranković tutuklanarak hapse atıldı. Aynı yıl dünya ekonomisi Wall Street'in çöküşünden sonra depresyona girdi. Tabii ki Yugoslavya bu durumdan istisna değildi. Kötüleşen ekonomik koşullar ülkedeki siyasi krizi daha da derinleştirdi.

Avrupa’nın birçok yerinde faşizm yükselişe geçti ve 1933’te Hitler’in Nazi partisi iktidara geldi. Yugoslavya’da Hırvat faşist Ustaše grubu Pavelić’in İtalya’dan aldığı destek ile Yugoslavya devletinin yıkılmasını istiyordu. Mussolini, Yugoslavya’nın parçalanması durumunda topraklarının bir kısmının İtalya’ya kalacağını umut ediyordu. Ustaše, terör ve suikastlarla Makedonya Devrimci Örgütü ile ittifak halindeydi. Belgrad’ın ‘Sırplaştırma’ programı karşı kanlı direniş sergiliyordu.  1934’te Josip hapisten çıktıktan sonra kendisine Kumrovec'te kalması ve her gün polise haber vermesi gerektiği bildirildi. Hapisteyken karısı Polka onu terk ederek Moskova’ya yerleşmişti. Kısa süre sonra Zagreb'deki yeraltı çalışmalarına devam etmek için Kumrovec'ten kaçtı.

Yakın arkadaşları tarafından ‘Stari’ (ihtiyar) olarak çağrılıyordu. Josip arkadaşlarına emir vermekten hoşlanıyordu. Arkadaşlarını işaret edip, sen bunu, sen şunu yap gibi ifadeler kullanmasından dolayı kendisine Sırpça ve Hırvatça “Ti,to” lakabı takılmıştır.

Birçok üst düzey Yugoslav komünisti baskı ve polis terörü sonucu işkence hapis cezaları ve sürgün yaşadı. Zagreb İl Komitesi Tito’yu sürgünde bulunan komünistlerle bağlantı kurması için Viyana’ya gönderme kararı aldı. Tito, sınır muhafızlarından kurtulmak için dağları aşarak yorgun bir şekilde 25 Temmuz 1934’de Viyana’ya ulaştığında gamalı haç takan silahlı bir grup tarafından durduruldu. Avusturya’daki Hitler taraftarları ülkede iktidarı gele geçirmeye çalışıyordu. Tito, kendini onlardan biri gibi göstererek silahlı gruptan kurtulmayı başardı. Viyana’da birkaç hafta kaldıktan sonra, Tito’ya Yugoslavya’nın geleceği için bir konferans düzenlemesi görevi verildi. Zagreb’e döndüğünde ona mücadelesinde yardım edecek ve daha sonra Tito hükümetinde görev alacak yakın arkadaşları Edvard Kardelj, Boris Kidrić, Aleksander Ranković, Milovan Djilas’ın da içinde bulunduğu bir grup oluşturmaya başladı. Arkadaşları onu açık sözlü, tutarlı, pratik, sağduyulu, ilham verici bir lider olarak tanımlıyorlardı.

Ustaše tarafından Prens Pavle iktidara getirildiğinde ülkedeki durum daha da karışık hale geldi. Komite, ülkedeki durumdan dolayı Tito’yu Moskova’daki Komintern’e göndermeye karar verdi. 1935’in başlarında Tito tekrar Yugoslavya’ya dönerek komünist partisinin lideri oldu.

17 Temmuz 1936’da başlayan İspanya iç savaşına Yugoslavya’da gönüllü olarak gitmek isteyen askerleri örgütlüyordu. 1938’te Nazi Almanya’sından gelen tehditlerin yoğunlaşması üzerine Stalin Avrupa’daki komünist partilerin önderliğini daha küçük gruplara bölmeye başladı. Münih barış konferansında İngiltere ve Fransa, Hitler'in Çek Südet Bölgesi'ni ilhak etmesine izin verdi. Durum böyle iken Prens Pavle Nazi yanlısı başbakanının etkisiyle Almanya’ya yönelmiş, müttefik Fransa’nın Yugoslavya’yı savunmaya niyeti yoktu. Stalin 23 Ağustos 1939’da Almanya ile saldırmazlık anlaşması yaptıktan bir hafta sonra Almanya, on altı gün sonra da Rusya Polonya’yı işgal etti. Bu işgaller Yugoslavya’daki komünistler arasında ideolojik kargaşaya neden oldu.

Savaşın başlarında, Nazi tehdidi yoğunlaşırken Yugoslavya tarafsız kaldı. 1941’de Alman Hava Kuvvetleri Balkanlar’ı kasıp kavuruyordu. Macaristan, Romanya ve Bulgaristan Mihver devletlere katıldığında Yunanistan Nazilerin görüş alanındaydı. Bu süreçte Tito’nun komünistleri değişen ittifaklara ayak uydurmaya çalışıyordu. Yugoslavya her ne kadar tarafsız kalmaya çalıştıysa da 25 Mart 1941’te Mihver devletlere katıldıktan iki gün sonra İngiliz ve Amerikalılar tarafından desteklenen Belgrad vatanseverleri yaptığı darbe sonucunda Prens Pavle ve onun hükümeti düşürüldü. Veliaht Prens Petar Kral ilan edildi ve darbe lideri General Dušan Simović'in başkanlığında yeni hükümet kuruldu. Günler sonra durumlarının umutsuzluğunu gören hükümet Mihver devletlerin kararlarına uymaya karar verdiğinde bu geri adım boşunaydı. Hitler çok öfkelendi ve 6 Nisanda yoğun bombardıman sonucunda ülkeyi işgal etti. Almanlar ve İtalyanlar Yugoslavya’yı parçalamaya başladılar. Pavelić'in faşist Ustaše’sine Bosna-Hersek dâhil Hırvat Quisling eyaleti verildi.  Pavelić (Führer gibi) poglavnik unvanı aldı. Sırplar, Yahudiler, çingeneler ve eşcinseller için toplama kampları kurdular. Bu toplama kaplarından en bilineni Janesovac'ta binlerce rejin karşıtı bıçak ve sopalarla öldürüldü.

Tito, Alman saldırısının başlamasından dört gün sonra Zagreb’de kamuoyuna bağımsızlık için mücadele edenler şunu bilsinler ki bu mücadele başarı ile sonuçlanacak. Asla cesaretinizi kaybetmeyin, saflarınızı sıklaştırın ve boyun eğmeyin açıklaması yaptı. Ancak işgalden üç ay geçmesine rağmen hala organize bir komünist direnişi yoktu. 22 Haziran’da Almanya’nın Bararossa Herkatı’nın başlamasıyla SSCB’nin desteğiyle Yugoslav Komünist Partisi direnişe başladı. Tito’nun önderliğinde Partizanlar, demiryolu ve ikmal hatlarına saldırmaya, telefon hatlarını sabote etmeye ve işbirlikçi gazete matbaalarını yakmaya başladılar. Ancak bu saldırılar rastgeleydi. 4 Temmuz’da Tito daha organize bir direniş planı hazırladı. Bu plana göre özellikle cephanelikler yağmalanacak, vur-kaç taktileri ile ani baskınlar düzenlenecekti. 1941’in ikinci yarısında ayaklanmalar Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek ve Hırvatistan’ın bazı bölgelerine yayıldı. Bu ayaklanmalara karşı Almanların misillemeleri oldukça sertti. Četnikler direnişe önemli katkılarda bulundular. 1943'te 500'den fazla ABD ve Müttefik havacısının kurtarılmasını sağlayan Halyard Operasyonunu organize ettiler. Aynı zamanda bazı yerel Četnik komutanları da misillemeleri önlemek için işgalcilerle anlaşmalar yaptılar. Četniklerle Partizanlar arasında ideolojik uçurum çok büyüktü. Partizanlar mevcut devleti bir kenara iterek yeni bir Yugoslavya yaratalım diyordu. Almanlardan destek alan Četnikler ise Sırbistan’ın sistemini ve halkını korumak istiyordu. İşgalcilere karşı direniş güçlenirken toplumlar arası şiddet de arttı. Ustaše örgütü Sırplara zulüm yapmaya başladı. Birçok Sırp ve bazı Hırvatlar direniş hareketinin saflarına katıldı. Bazı Bosnalı Müslümanlar Ustaše'ye katılarak Sırpları katletti. Müslümanlar Četnikler tarafından öldürüldü.

İngiliz, Amerikan ve Rusların desteğiyle Tito’nun liderliğindeki Partizanlar, Alman ve İtalyan işgaline karşı ülkelerini var güçleriyle savundular. 7 Mayıs 1945'te Yugoslavya'daki Almanlar teslim oldu. Almanların teslim olmasından iki gün sonra Pavelić'in Hırvatistan'daki faşist NDH devleti çöktü. Paniğe kapılan Ustaše, işbirlikçiler ve aileleri İngiliz işgali altındaki Avusturya'ya kaçtılar. Tito artık fiilen Yugoslavya'nın lideri, Partizan ordusunun komutanı ve Komünist Partinin lideriydi. 1946’da Ulusal Kurtuluş Komitesi Tito’yu başbakan, savunma bakanı ve aynı zamanda Yugoslavya’nın mareşali ilan ettiler. Artık Yugoslavya halkı kendi kaderini tayin etme hakkına sahipti.

Ancak bu çok da kolay olmayacaktı. Yugoslavya Ulusal Kurtuluş Komitesinin bakış açısı liberaldi. Stalin’e karşı büyük bir itaatsizlik vardı. Tito’nun güçlenmesi Ruslardan değil kendi gücündendi. Bu duruşa çok öfkelenen Stalin bölgeye askeri bir heyet göndermeye karar verdi. Tito kendi ülkesini şekillendirmeye çalışırken Churchill, Roosevelt ve Stalin savaş sonrası Avrupa’yı planlıyorlardı. Tahran Konferansında Churchill ve Roosevelt, Yugoslavya’daki partizanların askeri malzeme ve ekipmanlarla güçlendirmesini istiyorlardı. Almanlar zayıflamış olsalar da hala tehlikeliydiler. Sürgündeki Kralcı hükümet halen Londra’daydı. 1945’de Sırbistan ve Karadağ ile iki özerk bölgeden (Kosova ve Voyvodina) oluşan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti kuruldu ve 31 Ocak 1946’da yeni anayasa kabul edildi.

Churchill’in ‘Demir Perdesi’ Baltık’taki Stettin’den Adriyatik’teki Trieste’ye kadar olan bölgenin İngiltere güdümünde olmasını istiyordu. Tito, savaş zamanı müttefiklerinin devam eden nüfuzlarını reddettiğinden dolayı Yugoslavya’nın Batı ve ABD ile ilişkileri hızla soğudu. Aynı şekilde Tito, Stalin'in Yugoslavya'nın dış ticaretini kontrol etmek istediğini de görebiliyordu. İç politikayı geliştirmek ve ekonomik sistemini SSCB'ye entegre etmek amacıyla kendi lehine anonim şirketler kuruyordu. Tito’nun bölgesel çıkarları düşünmesi Stalin’i çileden çıkardı. SSCB, Yalta Antlaşmasındaki taahhütleri yerine getirecek ve Stalin çizgisini takip edecek liderler arıyordu. Ancak karşısında bölgesel amaçlara yönelmiş, Yugoslavya’nın çıkarını düşünün inatçı bir komünist vardı. Nisan 1945'te Yugoslav birlikleri Stalin’in baskısı altında stratejik açıdan yararlı İtalyan limanını ele geçirdi. Batı’yla açıkça karşı karşıya gelmemeye kararlı olan Tito, Trieste'yi Batı'ya teslim etmek zorunda kaldı. Yugoslavya’nın hem ekonomik hem de askeri açıdan gelişmesi için Tito’nun Batı karşıtı söylemleri yumuşamaya başladı. Batılı ülkeler Sovyet tehdidine karşı Yugoslav Ulusal Ordusunu silahlandırmaya ve eğitmeye başladılar. 1952’de Belgrad’ı ziyaret eden İngiliz Dış İşleri Bakanı Anthony Eden, Tito’ya NATO’ya katılma teklifinde bulundu. Tito bu teklife sıcak bakmadı. Tito, Sovyetlerin Baklanlardaki etkisine karşı caydırıcı bir rol oynaması için Şubat 1953’te Yugoslavya, Yunanistan, Türkiye arasında Ankara’da imzalanan dostluk ve işbirliği antlaşması ile Balkan Baktı kurulmasına öncülük etti. Yugoslavya, NATO’ya üye olmadan dolaylı olarak bir şekilde kendini NATO ile ilişkilendirdi. Tito, daha az baskıcı olarak gördüğü İngilizlere daha çok güveniyordu. Bu nedenle 5 Mart 1953’te Stalin’in ölümden on bir gün sonra Londra’yı ziyaret etti. Tito’nun yazı masasında bulunan mektup Stalin ile ilişkisi açısından önemlidir. Bu mektupta Tito, “Stalin, beni öldürmeleri için insanları göndermeyi bırak. Zaten biri bombalı diğerleri tüfekli beşini yakaladık” diyordu.

Stalin’in ölümünden sonra Moskova’nın baskıcı hâkimiyetine karşı Haziran 1956'da Polonya'da başlayan kitlesel gösteriler, 23 Ekim'de Macaristan'a sıçradı. Macaristan Başbakanı Imre Nagy'nin, Macaristan'ın Varşova Paktı'ndan ayrılarak tarafsız bir ülke olacağını ve çok partili seçimler yapılacağını 1 Kasım'da açıklamasından üç gün sonra Kruşçev, Macaristan'ın Varşova Paktı’ndan çıkmasıyla komünist blokta oluşacak boşluğun tüm üyeler için tehdit oluşturacağı düşüncesiyle Varşova Paktı adına Macaristan’a müdahale etti. Aynı zamana denk gelen Süveyş krizi nedeniyle Batılı güçler yardım edemedikleri için, Macaristan’ı zor günler bekliyordu. Tito, SSCB’nin başka bir komünist ülkeyi işgal etmesini onaylamamasına rağmen kendi ülkesinde çıkabilecek bir reform hareketinin kontrolden çıkması durumunda hükümetin devrilebileceği ve Kruşçev’in desteğini kaybedeceği korkusu daha ağır bastığından konuyu görüşmeler yoluyla halletmeye çalıştı. Çünkü Yugoslavya bir bakıma Soğuk Savaş'ın sahipsiz topraklarında sıkışıp kalmıştı. Ancak her iki süper gücün de kampına girerek siyasi ve ekonomik bağımsızlığa sahipti.

Tito’nun politikası, ulusal kurtuluş, sosyalist yönetim, federalizm ve ülkede birlik ve beraberliği sağlamaktı. Yabancı ülkelerle uyumsuzluk durumunda Yugoslavya her zaman kendi yolunu izliyordu. Komünist Doğu ile kapitalist Batı arasında ki üçüncü yol olan Bağlantısızlar Hareketi belki de Tito’nun en önemli uluslararası başarısıydı. I. Dünya Savaşı'ndan itibaren gelen ve II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ile devam eden Avrupalı devletlerin güç ve egemenlik yarışı sonucunda kendilerini hiçbir güç blokuna dâhil veya hariç olarak addetmeyen yüzden fazla ülkeyi bir araya getirmek için Tito, 1960’dan itibaren bu ülkeleri ziyaret etti. Tito’nun konumu başta Hindistan olmak üzere güneydeki birçok ülkede sempati oluşturdu. Hareketin kurucuları arasında yer alan Hindistan Başbakanı Nehru ve Mısır Devlet Başkanı Nasır ile yakın ilişki içerisindeydi.

1967’de İsrail’in Arap ordularıyla karşı karşıya geldiği Altı Gün Savaş’ında Araplar çoğunlukla SSCB ve Yugoslavya tarafından silahlandırılmıştı. Yugoslavya’da önemli ölçüde Yahudi yerleşim bölgeleri vardı. Tito için Araplara destek vermek tam bir tezattı. Bu savaşta Yugoslav komünist hareketinin önde gelen üyelerinin çoğu hatta Tito'nun hücre arkadaşı Moša Pijade ve birçok Yahudi Partizan olarak Araplara karşı savaştı. Bu durum Yugoslavya’da İsrail’e karşı sempati yarattı ve 1948 yılında Birleşmiş Milletler kararı ile kurulan İsrail Devletini tanıyan ülkeler arasında yer aldı.

Tito, 1968’de Sovyetlerin Prag'ı işgalini kınadı. Daha güçlü bir ifadeyle, bunu Stalin'in 1948'de Yugoslavya'ya yönelik tehditleriyle karşılaştırarak ülkede Sovyet işgali korkusunu artırdı. Ancak bu korku kısa sürdü Tito ve Sovyet lideri Leonid Brejnev birbirlerine karşı uzlaşmacı görünüyorlardı. Tito, 1973’te İsrail ile Araplar arasındaki Yom Kippur savaşında Arap tarafını destekleyen Sovyet tarafında yer aldı. Bu savaş sonrasında Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliği'nin ABD’nin İsrail Ordusuna destek vermesine karşılık olarak ilan ettiği petrol ambargosu Yugoslavya’yı iki kat sert vurdu. Ülkede işsizlik ve enflasyon arttı. 1975’te 5,7 milyar dolar olan dış borç 1980’de Tito’nun ölümüyle 15 milyar dolara ulaştı.

Tito 1980’de öldüğünde ekonomisi çökmekte olan bir ülkeyi terk etti. Yönetilemez borçlarla boğuşan ülke aynı zamanda milliyetçiliğin yine yükselişe geçmesiyle kargaşa ortamına sürüklendi. Federal yapı içinde en zengin cumhuriyetler olan Slovenya ve Hırvatistan servetlerinin dağıtılmasına giderek daha fazla tepki gösterdiler, Kosovalı ve Arnavut çoğunluk ülke içinde daha fazla statü talep ediyordu. 1980’ler Yugoslavya için sürekli bir intifada halindeki bir tür Balkan Batı Şeria’sına dönüştü.

1986’da Başkan Ivan Stambolić'in himayesi altındaki Slobodan Milošević Sırbistan Komünistler Birliği Başkanı oldu. Sırp Bilimler Akademisinin Kosova’daki Sırpları korumak için harekete geçme çağrısına olumlu tepki verdi. Hırvatistan ekonomik liberalleşmeyi sert bir dille eleştirdi. 1987’de Milošević, Başkan Stambolić'i devirdi ve Kosova ve Voyvodina’nın özerkliğine son verdi. Bu eyaletlerin Sırbistan’a verilmesi aşırı milliyetçi sözlemlerin artmasına ve sonuçta Federal Başkanlığın dengesinin bozulmasına neden oldu. Sırp milliyetçileri Hırvatları 'Ustaše' olarak tasvir ederken Hırvatlarda Sırplara 'Četnikler' diyorlardı. Hırvatistan Başkanı Başkan Franjo Tudjman en az Milošević kadar milliyetçiydi.

Nihayetinde Mayıs 1991'de Sırbistan ile Hırvatistan arasında savaş çıktı. Daha sonra Slovenya ile on gün süren çatışmalarda Slovenya’nın birlikten ayrılmasına izin verildi. Daha sonra Bosna-Hersek’te patlak veren savaş 1995 Dayton Antlaşmasıyla sona erdi. 1999 yılında Kosova Kurtuluş Ordusu ile Yugoslav kuvvetleri arasında çıkan çatışmalar sonucunda NATO, Kosova’yı korumak için müdahale etti. 2001’de Makedonya’da Slav-Arnavut etnik çatışması yaşandı. Bu savaşlarda yüzbinlerce kişi öldü ve müreffeh devlet yoksulluğa mahkûm edildi. Barışçıl, işbirlikçi bir ilerleme yolunda olduğu varsayılan Avrupa devletleri iç savaş ve yaşanan barbarlıklar karşısında aciz kaldı ve olayları sadece izlemekle yetindi. Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya, Kosova, Slovenya ve Hırvatistan, Yugoslavya’nın yıkıntılarından ortaya çıktı.

Slovenya ve Hırvatistan AB’ye, Karadağ ise NATO’ya üye oldu. 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Bosna-Hersek uzun süre diğer ülkeler tarafından tanınmadı. Yunanistan ile anlaşmazlık yaşayan Makedonya nihayetinde 2018’de adını Kuzey Makedonya olarak değiştirdi. Bu durumdan belki de en az mutlu olanlar Sırplardı. Yugoslavya’dan miras almış oldukları zayıflamış kurumlar, suç örgütleri, yolsuzluklar, güvenilmez istihbarat servisleri ve zorlu Kosova sorunuyla karşı karşıya kaldılar. 2000'li yılların başlarında reformcu bir başbakan olan Zoran Djindjić Balkan Savaşlarında öne çıkan sorunları çözmeye ve ülkeyi AB’ye katılma yolunda adımlar atmaya başladı. Ancak reform çabaları istenilen sonucu vermedi ve Sırbistan AB’den daha da uzaklaştı.

                                                                                                     Ankara-Kasım 2023

                                                                                                           Cengiz Emik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir