Başkurdistan Cumhuriyeti’nin kurucularından ve 20. asrın en tanınmış tarihçilerinden Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan 1890 yılında, bugünkü Başkurdistan’ın İşimbay ilçesi Küzen köyünde doğmuştur. 1908
yılından itibaren çeşitli Türk dergi ve gazetelerinde makaleleri yayınlanmaya başlamıştır. 1927 yılından başlayıp 1970 yılına kadar aralıklı olarak İstanbul Üniversitesinde çalışmıştır. 1953 yılından başlayıp, vefatına kadar kurucusu olduğu İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü başkanlığını yürütmüştür.
Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan’ın 60. Doğum Yılı Münasebetiyle 1950 yılında öğrencileri ve yakın dostları onun kıymetli mesaisinin gençliğe tanıtılmasını amacıyla Armağan kitabının çıkarılmasını düşünmüşlerdir. Armağanın hazırlanmakta olduğu çevreye duyurularak yazılar toplanmıştır. Armağana yazı verenlerin ekseriyeti Togan’ın dostu olan ve onun bilim adamlığına saygı duyan yazar, düşünür ve bilim adamlarıdır. Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Armağanın vekâlet tarafından neşredilmesini kabul etmiş ve Devlet Matbaası’nda basımına başlanmıştır.
İlk baskısı 1950-1955 yılları arasında yapılan Armağan kitabında Atatürk’ün meclis açılış konuşmaları, öğretmenlere hitaben söyledikleri nutukların yanında, Behçet Necatigil, Ahmet Haşim, Sabahattin Kudret Aksal, Tevfik Fikret, Süleyman Nazif, Yahya Kemal Beyatlı, Ali Fuat Başgil, Cahit Külebi, Mehmet Emin Yurdakul, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Samet Ağaoğlu, Ali Şir Nevai, Ruşen Eşref Ünaydın, Okakuro Kakuzo, Bertrand Russell, Alain, Prof. Mills, François Cahtelain, Andre Maurois, Angelo Patri, Emile Coue, Butterworth, Hans Winterstein, Aldous Huxley, Andre Maurois, Henry Link,Volney, Elzabeth Simpson gibi yazar ve eğitimcilerin; eğitim, bilim, insanlık gibi yazı, şiir ve makalelerine yer verilmiştir. Ahmet Zeki Velidi Togan’ın 120. doğum yılı münasebetiyle Türk Tarih Kurum tarafından yeniden basılmıştır.
Armağan’ın 1958-1959 baskısında yer alan, 17 Mart 1937’de Atatürk’ün Romanya Dışişleri Bakanı Antenescu’ya Hitaben Yaptığı Konuşma:
Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir.
Vaktiyle kitaplar karıştırdım; hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu: “Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız. Dünyadaki muvakkat ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunmaz” diyorlardı.
Başka kitaplar okudum. Bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve şatır olalım.”
Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahttırlar. Besbelli ki o adam fert sıfatıyla mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makul bir adam, ancak bu suretle hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve saadet, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir.
Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır.
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirmekteki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların istikbaline faydalı olabilirler.
Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünür; o adamın kıymeti birinci derecededir. Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile kaim gören adamlar, milletlerinin saadetine hizmet etmiş sayılmaz. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına nail ederler. Kendi gidince terakki ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Şimdiye kadar kaybettiğim noktalar ayrı ayrı cemiyetlere aittir. Fakat bugün bütün dünya milletleri, aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hadim olmaya elinden geldiği kadar çalışmalıdır.
“Dünyanın filan yerinde rahatsızlık varsa bana ne?” dememeliyiz… Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla alakadar olmalıyız… Hadise ne kadar uzak olursa olsun, bu esastan şaşmamak lazımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri hodbinlikten kurtarır. Hodbinlik, şahsi olsun, milli olsun, daima fena telakki edilmelidir.
O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağım; Tabii olarak milletimiz için bütün lazım gelen şeyleri düşüneceğiz ve icabını yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alakadar olacağız.
Kısa bir misal: Ben askerim. Umumi Harpte bir ordunun başında idim. Türkiye’de diğer ordular ve onların kumandanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki:
-Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?
Cevap verdim:
-Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilemezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem.
Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daime göz önünde tutmaları lazım gelen mesele budur.
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daime halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim.
Armağan kitabının 1957-1958 baskısında yer alan;
Okumaya Dair – Francis Bacon
Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken, yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken, o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek tek bazı işler yapar, onlar hakkında birer hüküm verebilirse de, meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak, bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır.
Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar, çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın, göre göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği, bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerh etmek, ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip, konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden, bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasıyla yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş, kitaplar, imbikten süzülmüş adi su gibi yavan olur.
Okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir. Bu sebeple, az yazanın, hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazırcevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için, kurnaz olması lazımdır. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar.
"İnsanın okuduğu şey benliğine işler." Hatta insan zekâsına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Tıpkı vücudun tutulduğu hastalıkların münasip idmanlarla iyi edilebildiği gibi. Mesela top oyunu, vücutta hâsıl olan taşlarla böbrek hastalarına; ok atmak, akciğerle göğse, ağır yürüyüşler mideye, ata binmek baş ağrılarına iyi gelir. Bu sebeple bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir davayı ispat ederken biraz dalıverse davaya ta baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekâsı farkları görüp ayırmaktan acizse skolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; "kılı kırk yararlar."
Bir konuyla bir diğeri arasında münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zekâ hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir.
Ankara, Kasım 2023
Cengiz Emik