Montaigne’nin bir tek insanda bütün insanlığı dile getirmesi, kimseye benzemeden herkes olması, dünya ile bağdaşıp kendine özgü kalması şüphesiz biraz da emsalsiz, diri, kıvrak, tadına doyulmaz dili, düşüncesiyle teklifsizce sarmaş dolaş olan söyleşidir. Halkın, sokağın diliyle her düşüncenin ne kadar derin ne kadar ince olursa olsun pekâlâ söylenebileceğini ispatlamıştır.
Kanunlar Üstüne
Kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıldışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Kanunları koyanlarda çok kez bu budala, ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olunsunlar, insanlardır nihayet. Her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?
Dostluk Bağları
Gerçek dostluğun ne olduğu bilirim. Bildiğim için de dostumu kendime çekmekten çok kendimi ona veririm. Ona iyilik etmeyi onun bana iyilik etmesinden daha çok istemekle kalmam, kendine her edeceği iyiliğin bana da iyilik olmasını isterim. Bir yere gitmek ona hoş geliyor yahut bir işine yarıyorsa, uzakta olması bana yanımda olmasından daha tatlı gelir. Kaldı ki haberleşmek mümkün oldukça insan ayrı düşmüş de sayılmaz. Ben vaktiyle dostumdan ayrılmakta fayda bile buldum. Birbirimizden uzaklaşmakla hayatımızı daha fazla doldurmuş, imkanlarımızı genişletmiş oluyorduk. Başka yerlerde o benim için yaşıyor, bende onun için. Hayatın tadını bir aradaymışız gibi çıkarıyorduk. O kadar kaynaşmıştık ki ayrı ayrı yerlerde olmakla aramızdaki gönül birliği bir kat daha zenginleşiyordu.
Dırdırcılar
Mızmız, dırdırcı insanları hiç sevmem. Bu insanlar yaşamanın sevinçlerine yan çizer, dertlere can atar, dertlerle kaynaşırlar. Sinekler gibi cilalı, pırıl pırıl yerlerde tutunamaz, pürtüklü, pürüzlere yerlere abanır oralarda rahat ederler. Ya da sülükler gibi kara kan içer, kanla beslenirler.
Yalnızlık
İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu. Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez. İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek.
Tanrılar Üstüne
En az bildiğimiz şeyler tanrılaşmaya en elverişli olanlardır. Onun içindir ki Yunanlıların, biz insanları tanrılaştırmalarına bir türlü akıl erdiremem. Ben kendi hesabına yılana, köpeğe, öküze tapanları daha makul görüyorum. Çünkü onların tabiatlarını daha az biliyoruz. Onlara hayalimizle istediğimiz değerler, biçimler, görülmedik kudretler vermek daha fazla hakkımızdır. Bizim yaradılışımızın ne kadar eksikleri olduğunu biliyoruz. Tanrıları bize benzer tasarlamak, onları bizim gibi arzuları, öfkeleri, kinleri, karıları, hazları, ölümleri, mezarları olan birer varlık olarak düşünmek insan düşüncesinin bir sarhoşluk zamanına rastlamış olsa gerek.
Mısırlılar, ihtiyatı hayasızlığa götürerek, Apis ve İzis’in vaktiyle birer insan olduklarını söyleyenlere ölüm cezası veriyorlardı. Halbuki böyle olduğunu herkes biliyordu. Varro der ki, bu tanrılar ve heykel ve resimlerinde parmaklarını ağızlarına koymakla sanki rahiplerine, sakın bizim aslında birer insan olduğumuzu kimseye söylemeyin, yoksa bizi artık saymazlar demek istiyorlardı.
Madem ki insanlar ille de tanrılarla akraba olmak istiyorlar, Cicero’nun dediği gibi kendi kusur ve sefaletlerini göklere çıkaracaklarına, tanrıların değerlerini yere indirip kendilerine mal etselerdi. Fakat aslına bakacak olursak, insanlar aynı sakat düşünce ile hem o türlüsünü hem de bu türlüsünü yapagelmişlerdir.
Yunan filozofları, tanrıları inceden inceye bir araya koyarken, ilintilerini, görev ve yetkilerini büyük bir özenle ayırt ederken ciddi olduklarına bir türlü inanamıyorum. Bana öyle geliyor ki Platon, Plüton’un bahçesini (cehennemi) gövdelerimizin çürüyüp toprak olduktan sonra göreceğimiz işkence veya rahatlıkları sayıp dökerken ve bunları hayattaki duygularımıza benzetirken ve Muhammed, Müslümanlara, halılar döşeli, altınlar, zümrütlerle süslü, en güzel kadınlarla, şaraplarla, acayip meleklerle dolu bir cennet vaat ederken içlerinden gülüyorlardı ikisi de. Ağzınıza bir parça bal sürüp bizi dünyadaki isteklerimize uygun hayal ve ümitlere düşürmek için mahsus bizim insani ve maddi tarafımıza hitap ediyorlardı. Nitekim birçoğumuz bu gaflete düşerek mahşer gününden sonra tıpkı dünyadaki çeşitten zevkler ve rahatlıklarla dolu bir dünya hayatı süreceğimizi sanıp dururuz. İnanabilir miyiz ki Platon, bu kadar yüksek fikirlere ulaşmış “tanrısal” lakabını alacak kadar tanrılara yaklaşmış olan bir adam, insan gibi zavallı bir varlıkta aklın ulaşmadığı o esrarlı tanrı gücüne benzer bir taraf görsün. Bu zayıf varlığımızın, cılız duyularımızın sonsuz bir hazza dayanacak kadar sağlam ve dayanaklı olduğunu zannetsin.
Mutluluk Üstüne
Bu konuda Krezus’un hikayesini çocuklar da bilir. Pers kralı onu esir edip ölüme mahkûm edince sehpaya giderayak: Ah Solon, ah Solon! Diye bağırmış. Krala götürmüşler bu sözü, o da ne demek istediğini sordurunca, Solon’un kendisine verdiği bir öğüdün ne kadar doğru çıktığını anlatmış. Solon bir gün demiş ki ona “Talih ne kadar güler yüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendilerini. Çünkü insan hayatı kararsız değişkendir, ufacık bir eylem yüzünden bir halden başka bir hale geçiverir. Solon’un bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluğu, mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına, büyüklüklere zaten önem vermediklerine göre, daha derin düşünmüş ve demek istemiş olabilir ki bence, ömrümüzün mutluluğu, soylu bir ruhun rahatlığına, doygunluğuna, düzenli bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğu için, hiçbir insana, komedyasının en son ve şüphesiz en zor perdesine oynamadan önce mutlu denemez. Ama ölüm karşısında son rolümüzde gösterişe yer kalmaz artık. O zaman anadilimizle konuşmak, dağarcığımızda iyi kötü ne varsa olduğu gibi ortaya dökmek zorundayız. İşte onun için hayatımızın bütün eylemleri bu son mihenk taşında denenmelidir. Başlıca gündür o, bütün öteki günleri yargılayan gündür. Bütün geçmiş yılların hesabı o gün verilmeli der eskilerden biri. Ben de çalışmalarımın meyvesini Denemeyi ölüme bırakıyorum. O zaman görürüz düşüncelerimizin ağızdan mı, yüreğimden mi çıktığını…
Kendi Kendisiyle Yetinme
Krallar hiçbir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar. Hiçbir kötülük etmezlerse yeterince iyilik etmiş sayılırlar. Tüm istediğim budur onlardan. Ama nasıl şükrediyorum Tanrıya, varımı yoğumu bana aracısız vermiş, beni yalnız kendime borçlu kılmış olduğu için! Nasıl yalvarıyorum ona gece gündüz beni hiçbir zaman kimseye karşı ağır bir minnet altına sokmasın diye! Ne mutlu bir özgürlükle bunca zaman yaşadım. Onunla bitsin ömrüm. Bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamak.
Bunu başarmak herkesin elindedir. Ama ölmeyecek kadar yiyecek, içeceği olanlar daha kolay başarabilirler elbette. Bir başkasına bağlı yaşamak yürekler acısı ve belalı bir şeydir. Kendimiz -ki en iyi, en emin sığınağımız odur- kendimiz bile güvenilir değiliz yeterince. Kendime hem yürekçe, asıl iş yürekli olmakta çünkü, hem varlıkça öyle hazırlıyorum ki başka her şeyimi yitirdiğim zaman kendimle yetinmesini bileyim.
Hayat ve Bilim
Bilmek ve bilmemek nedir? Öğrenimin amacı ne olmalıdır? Mertlik, tok gözlülük ve doğruluk nedir? İyiye özenmeyle açgözlülük, krala bağlılıkla kölelik, hür yaşamakla keyfine göre yaşamak arasında ne farklar vardır? Gerçek ve sağlam bir mutluluk nasıl olur? Ölümden, acıdan ve ayıptan ne zaman korkulmaz?
İşte öğrenciye bunları söyleyeceğiz. Çünkü, insanın zihnini dolduracağımız ilk sözler onun ahlakını ve ruhunu yoğuracak, ona kendini tanımasını, iyi yaşamasını ve iyi ölmesini öğretecek olan sözler olmalıdır. Bilimleri öğrenmeye, bizi kölelikten kurtaracak olan bilimlerden başlayalım. Nasıl her şeyin işe yarar bir tarafı varsa bütün bilimlerde şu veya bu şekilde hayatımız için faydalı olabilirler. Ama biz amacı doğrudan doğruya hayat olan bilimi seçelim. Hayatımızın bağlantılarını en doğru ve tabii sınırları içinde tutmasını bilseydik işimize yarar diye edindiğimiz bilgilerden çoğunun işimize yaramadığını görürdük. İşimize yarayan bilimlerin içinde bile atılması gerekli ve lüzumsuz şişirmeler, derinlikler vardır. Sokrates’in isteği öğretimi faydalı bilgilere yöneltmek daha doğru olur.
Her Şey Mevsiminde
Öğrenmek gerekirse, durumumuza uygun bir şey öğrenelim. İhtiyarlıkta öğrenim ne işe yarar diye sordukları zaman biz de “Hayattan dahi iyi, daha rahat ayrılmaya” diye cevap verebilelim. Genç Kato ölümü yakın hissettiği bir sırada, eline geçen bir Platon diyaloğunu, ruhun ölmezliği üzerine olan diyaloğu, bu maksatla okuyordu. Sanılmasın ki Kato çok daha evvelden kendini ölüme hazırlamamıştı. Hayır, ondaki kadar metin, kendinden eminlik ve olgunluk Platon’un yazılında yoktur. Bu bakımdan onun bilgisi ve yürekliliği felsefenin üstünde idi. Bu diyaloğu okumakla ölüme hazırlanmıyordu. Ölüm düşüncesiyle uykusuna bilek aralık vermeyen bir insan gibi, hiç istifini bozmadan her gün yaptığı işlerden biri olan okumasına rastgele bir kitapla devam ediyordu. Pretörlükten (Praetor, Eski Roma'da Sezar'ın muhafızlarına verilen isim) düştüğü geceyi oyunla geçirmişti. Öleceği geceyi de okumakla geçirdi. Hayatını kaybetmek onun için mevkiini kaybetmekten farklı bir şey değildi.
İnsanın Kararsızlığı
İnsanların davranışları üzerinde fikir yürütmek isteyenler, bu davranışları birbirine uydurmakta, hepsini bir kalıba sokmakta çektikleri zorluğu hiçbir yerde çekmezler. Çünkü bu davranışlar çok zaman birbirine öyle aykırıdır ki aynı tezgâhtan bu kadar çeşitli kumaşın çıkması insana imkânsız gelir. Acımasızlığın sembolü olan Neron’a, sarayın geleneği üzerine idam fermanı imzalatmaya getirmişler. Bir insanı ölüme göndermek Neron’un öyle yüreğini yakmış ki: “Keşke hiç yazı yazmasını bilmeseydim” demiş; gelin de bunu açıklayın. Böyle örneklere herkeste, hatta kendi kendimizde o kadar çok rastlarız ki, aklı başında insanların bizi bir kalıba sokmaya çalışmalarına şaşırırım. Nasıl olur ki insanda en çok ve en açık görülen kusur zaten bir dalda durmamaktadır. Publius Syrus’un sözü de onun için doğrudur. “Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir.”
Dünyanın Bize Göreliği
Her varlık için en değerli en yüksek varlık kendisininkidir. Başka varlıkların değerlerini kendi varlığını temel alarak ölçer, ona göre yargılar verir. Bu temel ve ölçü olmadıkça hayal gücümüz iş göremez. Başka bir çıkış noktası da yaratamaz. Kendimizin dışına ötesine gidemeyiz. Bu yüzden insanlar şöyle düşünmüşler: Varlıkların en güzeli insandır. O halde Tanrı onun şeklindedir. Kimse erdemsiz mutlu olamaz, erdem de aklın dışında değildir. Akılsa insandan başka varlıkta yoktur. O halde Tanrı insan biçiminde olacak. Ksenophanes bunu çok hoş anlatır; der ki: Eğer hayvanlarda tanrılar icat ediyorsa -ederler-onları kendilerine benzetip övünürler. Niçin, mesela bir kaz şöyle düşünmesin: “Evrende her şey benim içindir. Toprak üstünde yürümeye yarar; güneşin işi bana ışık tutmak, yıldızların işi hayatım ve talihim üzerinde etkili olmaktadır. Rüzgarlar, sular bana filan rahatlığı sağlar. Bu gök kubbe benim kadar kimseyi yaramaz. Benim evrenim gözbebeğim. İnsanoğlu benim yiyeceğimi içeceğimi arayıp buluyor. Oturacağım yeri yapıyor. Bana hizmet ediyor. Buğdayı benim için ekip biçiyor. Gerçi beni kesip yiyor, ama bu işi kendi eşlerine de yapıyor. Bende insan oğlunu öldüren, yiyen kurtları yiyorum.” Bir kartal aynı şeyi daha büyük bir gururla söyleyebilir. Evrenin en güzel, en soylu yeri olan göklerde istediği gibi uçabiliyor. İnsanın en kötü hali kendini bilmez ve yönetemez olduğu zamandır.
İnsanlar Arasında
Öfke ve kin doğruluğun sınırları dışındadır. Bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanamayan insanların işine yarar. Doğru ve temiz işler hep ölçülü ve ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan yerde kavga, gürültü ve haksızlık vardır. Çoğu kimsede gördüğümüz gibi iş sevgisi bir aksilik ve inatçılık olmamalıdır. Böylesi çıkara ve bencil tutkuya dayanır. Öyle gayretli kimseler vardır ki bütün arzuları aslında insanlara kötülük ve eziyet etmektir. Onları coşturan hizmet ettikleri erek değil çıkarlardır. Savaşı haklı olduğu için değil, sadece savaş olduğu için kızıştırırlar.
Bakıyorum, herkes kendine verilen işin gizli kapaklı her tarafını bilmek istiyor. Bunlar kendisinden gizlendi mi küsüyor. Ben ise göreceğim işten fazlasını söylemedikleri zaman rahat ediyorum. Bilip de söylememenin üzüntüsünü yaşamak istemiyorum. Kötü işte kullanılmışsam bari vicdanım rahat olsun. Hiç kimseye fazla sevgiyle bağlanmak, bir uşak gibi sadık olmak istemem. Çünkü insanı ihanete alet etmeye kalkarlar.
Kitaplar
İki alışveriş (dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır. Biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun için hayatımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş, kitaplarla kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir. Ötekilerin başka üstünlükleri vardır. Ama bu üçüncüsü daha sürekli ve daha kolayca yararlıdır. Kitaplar yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırıverirler beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. Öyleyken, onları yalnız daha gerçek, daha canlı, daha doğal rahatlıklar bulamadığım zaman aramama hiç de kızmaz her zaman aynı yüzle karşılarlar beni.
Söz Özgürlüğü
İster sözle olsun ister davranışla, zorbalığın her çeşidinden nefret ederim. Düşüncemizi duyular yoluyla aldatan gösterişlere her zaman karşı koymuşumdur. Üstün sayılan inşalar yakından bakınca anladım ki çoğu, herkes gibi insandır. Juvenalis’in dediği gibi “Yüksek mevkilerde sağduyuya az rastlanır.” Kralların şaştığım tarafı, hayranlarının bu kadar bol olmasıdır. Her şeyimizi emirlerine verelim, ama düşüncemiz bize kalsın. Önlerinde bükülen dizlerimiz olsun, aklımız değil.
Pazarlık
Para vermekten haz duyarım. Omuzlarımdan bir yük atmış bir çeşit kölelikten kurtulmuş gibi olurum. Ayrıca para verirken doğru bir iş yapmanın, başkasını memnun etmenin keyfini duyarım. Ama hesap, kitap, pazarlık isteyen alışverişlere yanaşmam. Bu türlüsünü benim yerime yapacak kimse olmadı mı işin uzamasına meydan vermem. Tabiatıma çok aykırı gelen o iğrenç konuşmaları düşünmektense bırakır kaçarım. Dünyada pazarlık kadar iğrendiğim bir şey yoktur.
Öfke Üstüne
Hiçbir şey öfke kadar insan düşüncesini saptıramaz. Öfkesine kapılıp bir suçluyu idama mahkûm eden bir yargıca ölüm cezası vermekte kimse tereddüt etmez. Öfkeli olduğumuz sürece hizmetçilerimize el kaldırmak doğru değildir. Kalbimizin fazla çarptığını, kanın yüzümüze çıktığını hisseder etmez meseleyi kapatmalıyız. Öfkemiz geçtikten sonra her şeyi başka türlü göreceğiz. Kızdığımız zaman bağıran, konuşan biz değil hırsımızdır. Nasıl sis içinde her şey olduğundan daha büyük görünüyorsa hırs içinde de suçlar büyüdükçe büyür. Canı su içmek isteyen içer. Ama canı ceza vermek isteyen veremez. Ağırbaşlı ve ölçülü cezaları suçlu hem daha kolay kabul eder hem de onların faydasını görür. Öfkesine kapılmış bir adamın verdiği cezayı kimse hak ettiğine inanmaz.
Doğruluk Kaygısı
Düşünce çatışmaları beni ne kırar ne yıldırır. Sadece dürtükler, kafamı çalıştırır. Eleştirilmekten kaçarız. Oysa ki bunu kendiliğimizden istememiz, gelin bizi eleştirin dememiz gerekir. Hele eleştirme bir ders gibi değil de bir karşılıklı konuşma gibi olursa. Biri çıkıp bizim düşüncemizin tersini söyledi mi, onun doğru söyleyip söylemediğine değil, doğru yanlış kendi düşüncemizi savunmaya bakarız. Bizi düzeltmek isteyen kollarımızı açacağımız yerde, yumruklarımızı sıkarız. Sen bir budalasın, saçmalıyorsun desinler bana. Ben dostlar arasında açık yiğitçe konuşulmasını isterim. Dostların düşünceleri neyse sözleri de o olmalı. Kulaklarımızı öyle serte, öyle kaba bir kulak yapmalıyız ki, salon konuşmalarının yumuşak seslerini duyamaz olsun. Ben bir araya gelen insanların, sertçe, erkekçe konuşmalarını isterim. Dostlar arasındaki bağlar sert, yırtıcı olmalı: Dostluk kavgacı olmadı mı, sağlam ve cömert de değildir. Nazlı, yapmacık bir hava, birini kırma korkusu dostluğa rahat nefes aldırmaz.
Bilgi ve İnanç
Aldatmaya ve aldanmaya en elverişli şeyler bilmediğimiz şeylerdir. Bir defa görülmedik şeylere insan nedense kolay inanır, sonra da üzerlerinde konuşmaya, düşünmeye alışık olmadığımız için, bunlara kolay kolay karşı da koyamayız. Bu yüzden insan en az bildiği şeye en çok inanır. Bize masal okuyanlar çok rahat konuşurlar; alşimistler, kahinler, hukukçular, falcılar, doktorlar gibi, korkmasam bunlara daha başkalarını da katardım. Mesela Tanrının istediklerine sözcülük eden birtakım adamlar vardır. Her olayın nedenlerini bilir görünürler. Tanrının yaptıklarında yüce iradesinin hangi sırları gizlediğini görürler. Olup biten şeylerin birbirini tutmaması bir o yana bir bu yana kaçması bir doğudan bir batıdan gelmesi bu adamları yıldırmaz. Yine hep bildiklerini okurlar. Aynı kalem akı da karayı da yazar dururlar.
Ankara, Kasım 2022
Cengiz Emik