Montaigne (Stefan Zweig)

Hayallerini gerçeklestir

Montaigne (Stefan Zweig)

“Kendisi için özgür düşünen, yeryüzündeki bütün özgürlükleri de onurlandırmış olur.” İnsana her yaşında ve hayatın her döneminde seslenebilen yazarların sayısı azdır. -Homeros, Shakesperare, Goethe, Balzac, Tolstoy gibi- ve bazı yazarlar da vardır ki, ancak belli bir zaman geldiğinde kendilerini bütün anlamlarıyla açarlar. Montaigne onlardan biridir. Montaigne anlayabilmek için insanın çok genç, deneyimlerden ve hayal kırıklıklarından yoksun olmaması gerekir. O bütün hayatını ve bütün gücünü ruhunu, bedenini, sağlığını, düşünce ve duygalarını, başkalarının çılgınlığı ve yararları uğruna kurban edilmekten nasıl kurtarabilirim sorusunun yanıtını bulmaya adamıştır.

1533 yılının Şubat ayında Dordogne’de çok varlıklı bir ailenin  çocuğu olarak dünyaya gelen Michel de Montaige, Montaignelerin derebeylik sınıları içerisinde kalan ufacık bir köyde yaşayan yoksul bir oduncu ailesinin yanına verilir. Babası oğlunun sadelik ve azla yetinirlik yolunda eğitilmesini, bedensel bakımdan da sağlıklı olmasının yanı sıra, o zamanlar içinde anlaşılması neredeyse olanaksız bir demokratik eğilim doğrultusunda, daha en başından “halka ve yardıma gereksinim duyan insanların yaşam koşullarına yakınlaşarak” yetiştirmek ve kendisini “yukarıdakiler”den, ayrıcalıklı sınıftan gelenlerden biri olarak hissetmemesi, buna karşılık “bize sırt çevirenlere değil, ellerini uzatanlara yakınlaşmayı” erken yaşta öğrenmesini amaçlıyordu.

 Üç yıl sonra oğlunu yeniden Montaigne Şatosu’na aldığında, gerçekleşen dönüşüm çok radikaldir. Hümanizmin egemenliğindeki bir çağda imparatorluğun anahtarı Latincedir. Böylece dört yaşındaki çocuğun ilk öğrendikleri Latince sözcüklerdir. Latinceyi en arı ve en yetkin düzeyde konuşmayı öğrenir. Hayatı boyunca Latince kitapları, Fransızca yazılmış kitaplardan daha severek okur. Montaigne, altı yaşından on üç yaşına kadar Bordeaux Koleji’nde farklı bir eğitim tanıma olanağı bulur. Okuldaki öğretmenleri için, Montaigne ‘öğrencileri, kendi görüşlerini üretken bir biçimde geliştirmeye alıştıracakları yerde, onların belleklerini ölü konularla doldurmaktadırlar” diye yakınır. Gençliğindeki bu hapishaneden kurtulabilmesi için pek çokları gibi gizli bir yardımcı ve teselli kaynağı ders kitaplarının yanında yer alan edebi kitaplardır. Louis Lambert gibi Montaigne’de özgürce okumanın büyüsüne bir kez kapıldıktan sonra, artık okumaya doyamaz. Kolejden sonra bir süre baba evine dönen Montaigne daha sonra Toulouse ya da Paris Üniversitesinde hukuk öğrenimine gönderilmiştir.

1568 yılında babası Pierre Eyquem’in ölümü, onun yaşamında bir dönüm noktası olur. Montaigne aile reisi olarak görevi, yüzlerce ayrıntı ile uğraşmak, günlük hesaplara bakmak, bunları en azından denetlemektir. “Bugün sürdürmekte olduğum yaşamı, işlerle bu kadar dolup taşmayan, daha yalın bir yaşamla değiştirebilseydim” diye düşünür. Babasının tutkuları onu siyasete itmiştir. On beş yıl boyunca Yüksek Mahkeme Soruşturma Dairesi üyeliği yapmış, ama bu kariyerinde fazla ilerleyememiştir. 1569 yılında Büyük Daire adayı olur, ancak kabul edilmez. Montaigne’in eline politikaya elveda diyebilmek için bir bahane geçmiştir. Bundan sonra Montaigne babasının büyük bir olasılıkla savunma amaçlı yüksek yuvarlak bir kulede  ev halkından ayrı olabilmek için kendisine bir yatak odası yaptırmıştır. Kütüphanesini buraya taşımayı ve burayı bir tefekkür mekanı yapmaya karar verir. Bu odadan şatosunu ve tarlalarını görebilmektedir. La Boëtie’nin ölümünden sonra ona bırakmış olduğu kitaplarla kendi kitaplarını buraya taşır.

Otuz sekiz yaşında dünyadan elini eteğini çektiğinde kendisinden başka kimseye hizmet etmek niyetinde değildir. Politikadan, toplum yaşamından, iş güçten yorgun düşmüştür. O zamana kadar yanlış yaşağıdı gibi bir duygu vardır; bundan böyle doğru yaşamak, düşünmek, değerlendirmek istemektedir. “Yaşamak ve ölmek” sorusunun cevabını kitaplarda bulmayı ummaktadır. Onun için kitaplar, sıkıntı veren, gevezelik eden, kurtulması zor insanlar gibi değildir. “Kitaplığım benim krallığımdır ve burada mutlak bir kral gibi saltanat sürmeye çalışıyorum.” Kitaplardan beklediği, onun için esin kaynağı olmaları ve ona birşeyler öğretmeleridir. Sistematik olan, yabancı düşünceleri ve bilgileri zorla benimsetmeye kalkışan her şeyden nefret eder. Ders kitabı niteliğinde olan her şey onun için iticidir. Genelde bilme götüren değil, bilmin kullanılmış olduğu kitapları yeğler. Montaigne’in amacı bulmak değil, arama eylemidir. Bilgeliğin sırrını, amaca uygun formülleri arayan filozoflardan değildir. Herhangi bir dogmayı ya da öğretiyi istemez; katı iddialardan hep korkar. Hiçbir şeyi iddia etmez, hiçbir şeyi de bir çırpıda yadsımaz. O bir filozof değildir ama en çok sevdiği düşünür Sokrates kadar filozoftur. Sokrates arkasında hiçbir şey bırakmamıştır, ne bir dogma, ne bir öğreti, ne de yasa ve sistem. Kalan yalnızca insan Sokrates’tir; her şeyde kendini ve kendinde her şeyi arayan insan. Montaigne’in denemelerinin tek bir konusu vardır ve bu konu, yaşamın içeriği ile özdeştir; “Ben” ve “Ben”in özü. Aslında onun aradığı, “Ben”i ya da kendisi değildir. Aynı zamanda insanı aramaktadır. Her insanda, hem ortak olan bir yanın hem de biriciklik niteğili taşıyan bir yanın olduğunu çok iyi saptar. Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir. İnsanı soylu kılan, makam, kanın ayrıcağılı, yeteneği değil, kişiliğini korumayı ve kendine özgü biçimde yaşamayı başarma ölçüsü oluduğuna inanır.

Montaigne, yeryüzünde en güç olan şeyi, yani yalnızca kendini yaşamayı, özgür olmayı ve gittikçe daha özgürleşmeyi denemiştir. Elli yaşında kendini bu hedefe yakınlaşmış hisseder. Ne var ki, tuhaf bir şey olur; artık dünyaya sırt çevirmiş ve yalnızca kendisi üzerinde odaklaşmışken, bu kez dünya onu arar. Gençken resmi mevkilere talip olmuş, ama kendisinden esirgenmiştir. Şimdiyse bunlar ona zorla kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Kendisinin herhangi bir talebi olmadan Bordeaux belediye başkanlığına seçildiğini bildiren mektup Eylül 1581 tarihinde eline geçtiğinde, o özgürlüğünden vazgeçme konusunda kararlı değildir. Ancak Kralın emriyle belediye başkanlığını kabul eder. Kendinden uzaklaşmadığını dışa karşı da belli etmek için evini Bordeaux’a taşımayıp şatosunda yaşamaya devam eder. Belediye başkanlığının ikinci döneminin sonuna doğru veba salgını karşısında Bordeaux’tan kaçar. Montaigne ben merkezci doğası gereği sağlığını hep ön planda tutmuştur. Montaigne bir kahraman değildir ve hiçbir zaman da sözde bir kahraman gibi davranmamıştır.

 Salgının etkilerinin azalması altı aydan uzun bir süre almıştır. Montaigne yeniden şatosuna döner ve eski uğraşına, yani kenidini arama kendini tanıma işine tekrar başlar. Denemelerinden oluşma yeni bir kitabı üçüncü cildi yazmaya koyulur. Yeniden huzur atmosferindedir, safra taşı sancılarının dışında bir sıkıntısı yoktur. Görüşünüşe bakılırsa yaşadığı onca şeyin ardından, savaşlarla barışların, dünyanın, sarayın ve yalnızlığın, yoksulluğun ve zenginliğin, çalışmayla dinlenmenin, ünün ve sessizliğin, aşkın ve evliliğin, dostlukların ve yalnızlıkların ardından artık huzura ermiş gibidir.

Ancak, henüz bütün sınavları tamamlamış değildir. Dünya, onu bir kez daha çağırır. Navarre’li Henri ile III. Henri arasındaki gerginlik iç savaşa yol açar. Navarre’li Henri kazandığı zaferin ardından bu zaferden hem diploması hem de barış adına nasıl en iyi yararlanabileceği konusunda Montaigne’e danışmak üzere şatosuna gelir. Montaigne, arabulucu olarak gizlice Paris’e gidecek ve Kral’a önerileri ulaştıracaktır. Büyük bir olasılıkla bu görev, sonradan Fransa’nın barışını ve büyüklüğünü yüzyıllar boyunca güvence altına alacak en önemli noktaya, yani Navarre’li Henri’nin Katolikliği kabul etmesine ilişkindir. Montaigne Paris’e giderken yolda bir birliğin saldırısına uğrar ve soyulur. Kral’ın o sırada bulunmadığı Paris’e vardığında ise hemen tutuklanıp Bastille hapishanesine kapatılır. Caterina de’ Medici derhal bırakılmasını emrettiğinden orada yalnızca bir gün kalır. Daha sonra Kral’la görüşmeyi gerçekleştirebilmek için Chartres, Rouen ve Blois’ya gider. Kral’la görüştükten sonra yeniden şatosuna döner.

Ölüme çeyrek kala ülkenin en büyükleri, Montaigne’nin çoktandır istemediği ve beklemediği büyükler onu çağırmışlardır. Kendini artık yaşlı ve kendi kendisinin yalnızca küçük bir parçası olarak hisseden Montaigne içinde, çoktandır umudunu kestiği bir şeyler, sevecenlik ve aşk kıvılcımı belirir. O kendisini belki de ancak aşkın canlandırıbileceğini söylemiştir. Ve inanılmaz olan gerçekleşir. Fransa’nın en soylu ailelerinden gelen yaşı ancak Montaigne’nin küçük kızı kadar olan genç bir kız Matmazel de Gournay, onun kitaplarına tutku derecesinde bağlanır. Bu kitapları sever, onlara tapar ve idealini Montaigne’de arar. Montaigne Paris’e sık sık gitmeye başlar ve her gittiğinde kızın Paris yakınlarındaki malikanesinde birkaç ay kalır. Daha sonra Matmazel de Gournay ile nişanlanır. Montaigne, mirasının en değerli parçasını, yani ölümünden sonra denemelerinin bastırılması işi nişanlısına emanet eder. Bundan sonra hayatı ve hayatın beraberinde getirdiği her deneyimi incelemiş olan Montaigne’in öğreneceği tek bir şey, hayatın sunacağı son deneyilm kalmıştır; ölümün kendisi. Montaigne Eylül 1592 yılında yaşadığı gibi bilgece ölür.

                                                                                                                            Cengiz Emik

                                                                                                                      Ankara, Kasım 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir