“Bilimin bütünleyici özelliği insanı her zaman büyülemiştir. İnsanın kendi başına üstesinden gelemediği sorunları çözmek için bilim her zaman bir çözüm yolu olmuştur. Bu yüzden Hobbes, “Tabiatın ne olduğunu sadece yüksek bilgi sahibi kişiler anlayabilir” demiştir. İşte bu sebeple her şeyi anlama ve anlamlandırmada bilim çok önemlidir.” -J. Robert Oppenheimer
İyi niyetlerin, yolda sapma göstererek dehşete dönüşme riski vardır. Bilim ve kültür tarihinde çığır açıcı gelişimlere ilham kaynağı olacak icatların, derin tarihsel travmalara ve acımasız katliamlara yol açması da mümkün ne yazık ki! Sevgiyle ve barış gayesiyle kahraman olmak üzere aşılan yollardan, bir hain ve canavardan farksız bir katil olarak geri dönmekte var kaderde.
Julius Robert Oppenheimer, O bir fizikçi, bir bilim adamı, bir dâhi, bir mucit... O ailenin ideal evladı, tutkulu bir âşık, sadık bir koca, sevgi dolu bir baba, eşsiz bir öğretmen ve bir yok edici! İnsanlık tarihinin en acıklı, en zor, en zalim, en dehşet dolu, en karanlık, en korkutucu ve en travmatik deneyini gerçekleştirdi. Atom bombasını icat etti! Dünya laboratuvarı bu icadın nelere mal olabileceğini deneyledi.
Babası 1888 yılında Almanya’dan Amerika’ya göç ettiğinde 17 yaşında mesleği olmayan bir gençti. Ne var ki on yıl içinde kumaş atölyesi kurarak zengin olmayı ve iş dünyasının tanınan isimleri arasında yer almayı başarmıştı. Robert Openhimer’in dünyaya geldiği 1904 yılında New York şehri bilimin başkenti sayılıyordu. O, teknolojinin, ekonomi ve sanatın hızla geliştiği bu şehir onun açısından şans sayılırdı.
Onun bilime merakı Almanya’da yaşayan büyükbabasını ziyaretiyle başladı. Büyükbabasının evindeki bilim kitapları, biriktirdiği birbirinden ilginç mineral taşları Robert’in aklını başından almıştı. New York’a döndüklerinde hiç bıkıp usanmadan dağlarda gezinip ilginç taşlar topluyor ve üzerinde incelemeler yapıyordu. 12 yaşındayken mineraller hakkında yazdığı yazı biyoloji öğretmenini şaşkına çevirmişti.
Robert, New York’taki Ahlaki Kültür Okulundaki eğitimi sayesinde felsefe, edebiyat, bilim ve daha birçok alana yönelme imkânı buldu. Okul müdürü Felix Adler, Robert’in en gözde ve en ahlaklı öğrencilerden biri olarak görüyordu.
Üniversite çağına geldiğinde, tercihini Harvard Üniversitesinden yana kullandı. Üniversitenin ikinci yılında ana dal olarak kimyayı seçti. Ancak ne olduysa üniversitedeki son yılında bir anda fizik alanına yöneldi. Bu yönelişte fizik profesörü Percy Bridgman’ın ettisi oldukça fazladır. Oppenheimer Bridgman hakkında “O olağanüstü bir eğitimci. Hiçbir zaman varlığı nesnelerle oldukları gibi bağdaştırmıyor, onları hep dışarıda kabul ediyordu. Her şeyi en kolay şekilde anlamamı ve öğrenmemi sağlayan kişiydi.” diye bahsediyordu. 1925 yılında Harvard Üniversitesinden mezun olduktan sonra Bridman’ın tavsiye mektubuyla fizik alanında çalışmalar yapmak üzere Cambridge Üniversitesine gitti.
Burada hiç de istediği gibi bir başlangıç yapamadı. Hocası Rutherford, onu ufak tefek işlerle uğraştırıyordu. Bu ise onun ruh sağlığını derinden etkiliyordu. Oppenheimer genel araştırmalar yapmak istemiyordu. Uzun uzun düşünerek, plan ve hesaplamalar sonucunda laboratuvarda deneyler yaparak kuramsal sorunlara eğilmek istiyordu. Öyle bir noktaya geldi ki yine fizik alanından kopup felsefe ve edebiyat alanına yönelmek istedi. 1926 yılında Danimarkalı fizikçi Niels Bohr ile tanışması bir dönüm noktası oldu. Bohr’un fiziğe yaklaşımından ve zorluklara karşı mücadele etme gücünden çok etkilendi ve kendini kütüphaneye kapatarak fizikle ilgili çalışmalar üzerinde yoğunlaşmaya başladı.
Cambridge’de daha fazla oyalanmak istemediği için Almanya’daki Göttingen Ünivertesine geçti. Buradaki çalışmalarında eski deneyimlerinin kendisine ne çok şey kattığını fark etti. Burada fizik hocası Max Born’la çalışmaya başladı. Sınıf arkadaşlarının çoğu geleceği en önemli fizikçileri olacak ve aralarında Nobel ödülü alacak olan bir çok isim çıkacaktı. Aynı zamanda buradaki arkadaşlarının bazıları kendisiyle Manhattan Projesinde kendisine eşlik edeceklerdi. Göttingen Üniversitesinde yazdığı makaleler fizikçiler tarafından ilgiyle karşılanmış ve 1927 yılında üstün fizik derecesiyle mezun olduktan sonra Zurich’e giderek kuantum teorisinin kurucularından Wolfrang Pauli ile çalıştı. 1929 yılında Kaliforniya Üniversitesi Teknoloji Enstitüsünde fizik alanında doçent olarak çalışmaya başladı. Fizikçi Ernest Lawrence ile çalışmaya başladı. Lawrence atom çekirdeklerini çarpıştırmakta kullanılan siklotron adı verilen karmaşık makinelerle yaptığı deneyler sonucunad atom yapısı oluşturan partüküllerin türlerini sınıfladırıyordu. Lawrence makine, kablo ve yığınla metalle uğraşırken o laboratuvarda saatlerini harcıyordu.
“İnsan hayatı, kültür ve gelenek kavramlarının bir parçasıdır. Hepsi de birbiri ile bütünleşmiş bir yapıdır. Geçmiş bu yüzden çok önemlidir. Geçmiş, şimdiki zamanı yönetir, sınırları çizer, hataları gösterir. Hangi yola nasıl girilmemesi gerektiğini bir rehber gibi bize tarif eder. Bu yüzden insan geçmişinden ve kültüründen kopamaz. Edebiyata baktığımızda Caucher’i okuyarak Shakespeare’i, Shakespeare’i okuduğu için de Milton’u daha iyi anlar. Her bir eser bir başka esere açılan kapı ve anlayışı tasarlar. Eski edebiyatı anlamadan bugünün edebiyatını bir şekilde anlarsınız. Ancak bugünün edebiyatını anlayıp eski edebiyatla kıyaslarsanız, hangisinin daha besleyici ve değerli olduğunu anlarsınız. İnsan bu kıyaslamaları yapıp geçmişle hayatına bir köprü kurabildiği sürece fikirsel olarak daha huzurlu bir insan olacaktır.” -J. Robert Oppenheimer
1936 yılına gelindiğinde, Adolf Hitler Almanya’nın Führer’i olmuştu. Yahudilere karşı sistematik bir saldırı başlatmıştı. Yaşananlar herkes gibi Oppenheimer’i de endişelendiriyordu. Diğer yandan İspanya iç savaşa sürüklenmiş, Avrupa adeta bir kaosa sürüklenmişti.
Atom bombası fikrinin ilk bahanesi Hitler’di. Bilim dünyası bu projeye tereddütle yaklaşsa da bir şekilde ikna olmuştu. 1939 yılında Nazi zulmünden kaçan fizikçi Leo Szilard, Albert Einstein’a yazdığı mektupta Hitler’in atom bombası yapmak için kolları sıvadığını ve bu silahı yaparsa dünyanın sonunun geleceğini yazıyordu. Einstein konuyu Amerikan başkanı Roosevelt’e mektup yazarak Szilard’ın verdiği bilgilerden bahsetti. Roosevelt, Einstein’ın bu mektubunun yabana atılmayacağını düşünüyordu ve iddialar Amerikan hükümetinin gündemini bir anda işgal etti. Roosvelt daha önce de gündeme gelen atom bombası fikrinin artık hataya geçirilmesi gerektiği düşünüyordu. Bu gelişmeyle hükümet projeyi mali açıdan destelemeye başladı ve İngiltere’de bu projeye dâhil oldu. Roosevelt ile uzun görüşmeler yapan Oppenheimer, bu silahın kullanıldığı takdirde büyük bir felakete yol açacağını söyledi. Ancak Başkan Roosevelt kaygılanmaması gerektiğini çünkü bu silahın sadece caydırıcı güç olarak işe yarayacağını, asla kullanmayacaklarını söyledi.
1941 yılında Nazi ordusu Sovyetler Birliğini işgal etmişti. Bu olayla birlikte Oppenheimer siyasi etkinliklerde Nazi yayılmacılığına karşı Amerika ve Avrupa ağır ve sessiz tavırlarına karşı söylemlerini sertleştirmişti.
Bombayı Hitler’i caydırmak için kullanmayı düşünüyorlardı. Bu konuda Oppenheimer konunun uzmanıydı 1936 yılında atomun yapısı ile ilgili çalışmalarında bir bomba fikri üzerinde durmuş hatta kötü de olsa çizimlerini ve hatta planını dahi yapmıştı. Yetkililer New York General Electric’in laboratuvarında atom bombası yapabilmek için kimya ve fizik alanında uzman 493 bilim adamını bir araya getirmişti.
7 Aralık 1941 sabahında Hawaii’nin Oahu adası, beklenmedik bir şekilde büyük bir bombardıman ile sarsıldı. Bu büyük saldırı, tarihe İnci Körfezi Saldırısı, Hawai Kaisen, Hawaii Deniz Savaşı gibi farklı isimlerle de geçecek olan Pearl Harbor saldırısıydı. Bu saldırı ile atom bombası yapma fikri daha da pekişmişti.
Başkan Roosevelt’in sağduyulu yaklaşımı Oppenheimer’ı rahatlatmıştı. Pentagon’un inşasında bizzat görev alan General Leslie Groves Eylül 1942’de Manhattan Projesine yönetici olarak atandı. Groves’in ilk işi Robert Oppenheimer ile görüşmek oldu. Görüşmede projede görev alacak bilim adamlarını belirlemesi istendi. Ancak Groves’in gözleri Oppenheimer’ın üzerindeydi. Zira onun komünist geçmişi generale Sovyet ajanı olabileceği ihtimali düşündürüyordu.
1943 yılında Oppenheimer, aralarında Edward Teller, Enrico Fermi, David Bohm, James Frank, Emilio Serge, Felix Bloch, Rudolf Peierls, James Chadwick, Otto Frisch, Eugene Wigner, ve Klaus Fuchs gibi isimlerin de bulunduğu Manhattan Projesini yürütecek yönetim ekibi kurdu. Projenin yürütüldüğü Los Alamos kabasında çok gizli askeri bir proje olarak başladı. Projede başlangıçta çalışan sayısı 30 bin iken bir yıl sonra 250 bine ulaştı.
Oppenheimer liderliğindeki çalışmalar hızla devam ederken, ilerleyişi durduran bir olay yaşandı. Bombanın dış tasarımı üzerinde çalışan uzmanlar bir türlü en ideal dış kaplamanın ne olması gerektiğine karar veremiyorlardı. Bunun üzerine Oppenheimer bu işi yapabilecek bir uzman aramaya başladı. Bu uzman Amerika’da kısa süre kalan ve Kopenhag’da çalışmalarına devam eden fizikçi Niels Bohr’du. Ancak bir sorun vardı. Bohr, Naziler tarafından Yahudileri saklamakla suçlanıyordu ve Danimarka çoktan Almanlar tarafından işgal edilmişti. Oppenheimer Bohr’u ne kadar istese de Naziler tarafından kuşatılan bir şehirde bulunan bilim adamını Amerika’ya getirmek pek mümkün değildi. General Groves’a ulaşan bir istihbarat, Bohr Yahudileri saklamak suçundan yakında idam edilecekti. Bunun üzerine hızlı bir şekilde plan yapan Groves ve Amerikan istihbaratı Danimarka’daki İsveç büyükelçisi aracılığı ile Bohr’u uyardı. O sırada Bohr ve ailesi gizli polis tarafından gözaltında tutuluyorlardı. Henüz tutuklanmamışlardı. Bohr ve ailesi gece İsveç büyükelçisinin gönderdiği bir ekiple gizlice Danimarka’dan İsveç’e geçti. Ancak burada güvende değillerdi. İngilizlerin sağladığı küçük bir uçakla İskoçya’ya ardında da Amerika’ya geldiler.
Bohr diğer bilim adamları ile yaptığı uzun çalışma ve tartışmalardan sonra bir yol bulmuştu. 1939 yılında Bohr pil ile işleyen bir sistem üzerinde çalışmıştı. Bu çalışma 1942 yılında Manhattan Projesinde çalışan Enrico Fermi tarafından geliştirilmişti. Bu çalışmalar başarıya ulaştığında sahne artık Oppenheimer’daydı.
1944 yılında gelindiğinde Los Alamos’da ki ortam çok gergindi. Hitler büyük güç kaybetmiş ve elinde nükleer silah olmadığı anlaşılmıştı. Bilim adamları projenin rafa kaldırılması gerektiğini savunuyorlardı. Ancak Roosevelt bu fikre şiddetle karşı çıktı. Bombanın hiçbir zaman kullanılmayacağını sadece bir güç olarak elde tutulacağını söylemesine rağmen birçok bilim adamı projeden ayrılmaya başladı. Oppenheimer ara sıra soğukkanlılığını kaybedip öfke nöbetlerine kapılsa da ayrılanların yerine yeni bilim adamları bulmak için büyük uğraş veriyordu.
“Günümüze özgü meselelerden biri de sorunları çözmek için bilimsel önerileri, kimsenin ortaya koymaya çalışmamasıdır. İnsan kaderini iyileştirebilmeli. Açlığı, sefaleti ortadan kaldırabilmeli. Bunun için milletlerarası bir teşkilat kurup sorunları evrensel ölçüde ele almalıdır. Bunları yapabilmek için de kişilerin eğitim hayatlarında ahlaki bir zemin üzerinde durabilecekleri değerler öğretilmelidir. Eğitimin niteliği insan hayatına direkt etki etmektedir.” -J. Robert Oppenheimer
30 Nisan 1945’te Rus ordusu Berlin’e girdi. Artık Nazi İmparatorluğunun fiili olarak sonu gelmişti. Adolf Hitler ve Eşi Eva Braun, Berlin’de saklandıkları yeraltı sığınağında intihar ettiler. Dünya Hitler’den kurtulmuş, ortada tehdit kalmamıştı. 1943 yılından itibaren Hitler hızla güç kaybetmeye başlamış ve eninde sonunda Nazilerin düşeceği biliniyordu. Buna rağmen Manhattan Projesi tüm hızıyla sürdü. Başkan Roosevelt, projenin sonlandırılmasına karşı çıktı. Ancak Hitler’in düşüsünü bile göremeden 12 Nisan 1945 tarihinde hayatını kaybetti. Yerine dönemin başkan yardımcısı Harry S. Truman, Amerikan başkanı oldu.
Truman’ın projeye bakış açısı Roosevelt’ten daha sertti. Ona göre bombalar hemen yapılmalı ve bir an önce test edilmeliydi. Temmuz 1945’de ilk atom bombası denemeye hazırdı. İkinci Dünya Savaşında Pasifik Cephesinde savan Amerikan ordusu, 1941 yılında Pearl Harb or saldırısıyla Japonya’dan büyük bir darbe yemişti.
Truman, Hitler’in ölümünün ardından Japonya’da ki durumun kontrol altına alınması ve savaşın sonlanmasını düşünüyordu. Japonya’nın da savaşacak kaynağı ve gücü kalmamıştı. Buna rağmen Japonlar geri çekilme niyetinde değildiler. Böylece Amerika atom bombasını, Japonya’ya karşı koz olarak kullanmak amacıyla ilk deneme testini yapmaya karar verdi.
Trinity adına verilen ilk nükleer silah testi 16 Temmuz 1945 tarihinde New Mexico’da yapılacaktı. Oppenheimer, bomba için 15 kilogram zenginleştirilmiş uranyum ile 5 kilogram zenginleştirilmiş plütonyumun gerektiğini hesaplamıştı. Böyle bir bombanın patlaması 20 bin ton dinamitin gücüne eşdeğer bir güç yaratacaktı.
1944 yılında müttefik orduları Fransa’ya girdiğinde ilk iş olarak ülkede inşa edilen Nazi büroları ve laboratuvarları araştırmaya başlamış, Hitler’in nükleer çalışmalarına dair bilgi edinmek istemişlerdi. Ancak tüm araştırmalara rağmen ortada nükleer çalışmaya dair kanıt bulamamışlardı. Müttefikler bir araştırma grubunu Fransa’nın farklı bölgelerind eki Nazi bilim adamlarını sorgulamaya göndermiş ve araştırma derinleştirilmişti. Sorgulamaların ardından Hitler’in nükleer silah yapmaya çalıştığını ancak başarılı olunamadığı için 1941 yılında projenin sonlandırıldığı ve Hitler’in de bu isteğinden vazgeçtiği ortaya çıkmıştı.
General Groves, Sovyetlerin de ileride bir tehdit olacağına ve bu yüzden Manhattan Projesinin gerektiğini ısrarla söylüyordu. Groves süreci iyi yönetmiş, Truman’ın da bu projede ısrarcı olma nedeniyle işine daha sıkı sarılmıştı. Bilim adamlarını hala Nazi tehdininin varlığına inandırarak onların azimle çalışmalarını sağlalıyordu.
Oppenheimer Trinity’nin başarısız olmak ihtimalinden çok korkuyordu. 14 Temmuz’da eksiklikleri olan diğer bombayı patlatmaya karar ver. Teknisyenleri toplayıp çölün ücra bir köşesine bombayı getirdi. Sonuç tam bir fiyasko oldu. Oppenheimer adeta çıldırmış, sinir krizleri geçiyordu. Bomba patlamadığı gibi dağılmıştı da. Suçu teknisyenlere atıyor, fizikçileri işe yaramamakla suçluyordu. Hemen üst kademedeki tüm fizikçileri toplayıp Trinity’nin hesaplarını baştan yaptırdı. Sonuca göre Trinity kusursuz görünüyordu ama az da olsa patlamama ihtimali vardı.
16 Temmuz sabahı Oppenheimer erkenden kalkıp şiddetli yağmurun yağdığını görünce Groves ve ordunun meteoroloğu Jack Hubbard ile bir toplantı yaptı. Birkaç saat sonra tüm üst kademe yetkilileri üsse gelecekti. Eğer deneme iptal edilecekse herkese haber verilmeliydi. Oppenheimer saat 16.00’ya kadar vakit olduğunu ve gelenlerin üste beklemesinin iyi olacağını söyledi. Groves bu fikre karşı çıksa da Oppenheimer’in çılgınlıklarından sıkılmıştı. Fazla direnmeden kabul etti. Şiddetli yağan yağmur dinmiş hava açılmaya başlamıştı. Atom bombasının test sonuçlarını görmek için bilim adamları, asker ve siyasiler New Mexico Çölünde toplanmışlardı. Saat 17.30’da Alamogordo hava üssünde mevkiinde ilk deneme gerçekleşti. Patlamayı izlemeye gelenler 9 kilometre uzakta bulunan sığınaklardaydı. Patlama sonucunda yoğun bir ışık, ani bir ısı dalgası ve şok dalgaları vadiden geçerken yankılanan muazzam gürültü ortaya çıkardı. 12 kilometreye kadar genişleyen mantar bulutu yükseldi. Test kulesi tamamen buharlaştı ve bombanın atıldığı yeri çevreleyen çöl yüzeyindeki 730 metre yarıçaplı genişlikteki çöl kumu cama dönüştü.
İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'nin B-29 tipi uçağı 6 Ağustos 1945 sabahında “Küçük Çocuk” adlı bombayı Hiroşima'ya bıraktı. Hiroşima'nın yüzde 70'ini yok eden uranyum katkılı bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece ısı oluşturdu. Sonuç tam anlamıyla insanlık açısından bir felaketti. Hiçbir aydınlığa benzemeyen bir aydınlanma, kör edici ışık şöleni gibiydi. Yer yerinden oynamıştı adeta. Kimse böylesi bir sonucu beklemiyordu. Daha sonra Nagasaki’ye atılacak “Şişman Adam” adlı atom bombasının gücüne denk gelen 21 kilotonluk bir güçle patlatılmıştı. Yüksek bir yapının üzerinde patlamasına rağmen iki metre derinliğinde, on metre genişliğinde krater oluşmuştu. Bombanın sonuçları tahminin çok ötesine geçmişti. Oppenheimer kilitlenmiş bir şekilde kıyamet sahnesine bakıyordu.
Kendine bile açıklayamadığı bir ruh hali yaşıyordu. Yeri geliyor başarısı karşısında gururlanıyor, yeri geliyor öfke nöbetlerine kapılıp kendini içkiye veriyordu. Dengesiz ruh haline rağmen yine de çalışmalarına devam ediyordu. Dünya artık ona “atom bombasının babası” diyordu. Hem dünya hem de kendisi için yeni bir dönem başlıyordu.
Japonların teslim olmasıyla proje sonlandırılmıştı. Projede çalışan bilim adamları eski kurumlarına dönüyorlardı. Oppenheimer devlet nişanı ile onurlandırılmıştı. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsündeki görevine geri dönmüştü. Bir gün ders çıkışında aleyhine toplanan bir grupla karşı karşıya geldi. Grup “Katil!” diye sloganlar atmaya başlayınca Oppenheimer yaptığı şeyin nelere sebep olduğunu gerçek anlamda sorgulamaya başladı. Ruh hali sürekli değişen, tutarsızlıklarla dolu kişiliğiyle neye nasıl tepki vereceği kestirilmeyen Oppenheimer, bu olay karşısında büyük öfkeye kapıldı. Bir yandan onlara hak veriyor, diğer yandan kimsenin onu anlayamayacağını düşünüyordu. Evet ölümcül bir silah yapmıştı ama bu silah teknolojik açıdan bir devrimdi ve savaşın uzamasını önlemişti.
1946 yılında Amerika, Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonun kapısını bir öneri ile çaldı. Öneriyi hazırlayan Bernar Baruch adında bir finansçıydı. Komisyonda görüşülecek olan atom silahları anlaşması için Oppenheimer ile görüşmüş ve görüşmede Amerika tarafını temsil etmesini istemişti. Sovyetler Birliği ve Amerika arasında yapılan görüşmelerde atom çalışma merkezlerinin Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonunca denetlenmesi gibi konular vardı. Eğer Sovyetler Birliği bu örgütün kurulmasını kabul ederse Amerika elindeki atom silahlarını ve bunların yapılması için gerekli bilgiyi örgüte devredecekti.
1950’li yıllara gelindiğinde yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan silahı tasarlayan Oppenheimer artık aleni bir şekilde vatan hainliğiyle suçlanıyordu. 1954 yılında Oppenheimerr aleyhine kurulan ekip çalışmasını bitirmiş ve karar mahkemeye kalmıştı. 1954 Nisan ayında başlayıp Mayıs ayında sonuçlanan davada Oppenheimer suçsuz bulundu. Ancak gelinen noktada Oppenheimer tüm görevlerini kaybetmişti. Amerika için o artık devrik bir bilim adamıydı ve vereceği bir şey kalmamıştı. Oppenheimer’in hayatı derin bir sessizliğe bürünmüştü. Ne arayan ne de soran vardı. Dostlarının sessizliği çok düşündürücüydü.
“Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir.”
Ankara, Mayıs 2023
Cengiz Emik